2014’teki interrailimde tuttuğum günlükleri 2017’den eklediğim yorumlarla yayımladığım ikinci yazım bu. Geçmişteki kendime, gezilerime bugünden baktığım ikinci yazım. İlkine, Roma günlüğüme, şuradan ulaşabilirsiniz. Tarih 2014, bilemedin 2017.
İlk interrail’imde ve aynı zamanda ilk tek yurt dışı gezimde Napoli’yi rotaya koymakla acaba hata mı ediyorum diye az kafa patlatmamıştım. Arayana kötü hikaye çok çünkü. Güvensiz mi, bir şey çaldırır mıyım gibi anahtar kelimelerle google’da arama yaptığınızda güvensiz bulan ve bir şeyler çaldıran insanların hikayelerine denk gelmek istatistiksel anlamda hiçbir önem arz etmiyor tabi. Sosyal bilimlerle ingilizce haşır neşir olmuş insanların terminolojisiyle söyleyecek olursam tamamen selection bias dolu bir sampling…
Fakat ilk İnterrail’im diye pimpirik yapıp inciğine cinciğine kadar çizdiğim seyahat rotasında yaptığım hata Napoli’yi listeye koymak değil, bu şehre pazar gelmek oldu. Ben böyle söyleyince de kimbilir ne tilkiler dolanıyordur insanın aklında, fakat sırayla gidelim efendim, nedenini elbet öğrenirsiniz.
Roma-Napoli treni beklediğimden güvenliydi. Zaten ne bekliyormuşsam deli mi ne? Trende biraz kestirme fırsatı bile buldum. Napoli’ye öğlen 11’de vardım. Bu sefer couchsurfing’en host bulamamıştım, o yüzden tren garına hayli yakın olan Hostel Mancini‘de konakladım.
Tabi tüm saftirikliğimle rezervasyonu haziran yerine temmuza yaptırmışım (June-July farkı elemantary english ya lütfen!) ama neyse ki gittiğim gün için boş yer vardı. Yoksa henüz vesveselerimi üstümden atamadığım üçüncü günümde bana pılımı pırtımı toplayıp öcülerle dolu (!) Napoli sokaklarında hostel aramaya dönmem gerektiğini söyleseler muhtemelen ödüm kopardı. Şimdi o günkü bu şaşkınlığıma, acemiliğime de gülüyorum aslında.
Eşyalarımı hostele bıraktıktan sonra hemen şehri gezmeye başladım. Öncelikle Cappella San Severo‘ya gittim fakat pazar olduğu için öğlen 1’de kapanıyordu ve haliyle pek de bir şey anlamadan döndüm. Cappella San Severo Napoli’de bir sanat müzesi ve ben aslında sanattan müzeler erken kapanmadığında da fazla anlamıyorum hala. Oradan Museo Archeologico Nazionale‘ye gittim ve fena bulmadım. Şehirlerde müzelerin hep beklentimin altında kaldığını, sokakta ya da parklarda geçirebileceğim zamanlardan çaldığını henüz keşfetmediğim günlerdi. Bir gezgin olarak kendimi henüz keşfetmediğim günlerdi. Sonra neredeyse tüm İtalya şehirlerinde devam ettireceğim ritüeli burada da gerçekleştirdim ve Fantasia Gelati adlı bir dondurmacıya uğrayıp tadına doymadığım İtalyan dondurmalarından aldım. Extranoir çikolatalı. Çünkü henüz aslında çikolatalı dondurma sevmediğimi bile keşfetmediğim günlerdi.
Oradan Castel dell’Ovo’ya yürüdüm. Yumurta kalesi demekti Castel dell’Ovo. Büyücülük, geleceği görmek gibi yeteneklere sahip Romalı şair Virgilius’un kaleyi desteklemek için zemine sihirli bir yumurta koyduğunu ve bu yumurta kırılırsa tüm kalenin yıkılacağını, felaketin bununla sınırlı kalmayıp tüm şehre yayılacağını söyleyen bir de efsanesi vardı. Pazar günü olduğu için saat 13:45’te kapanmıştı. Haliyle ne sihirli yumurtayı gördüm, ne içimde yükselecek kırmak dürtüsüyle savaşmak zorunda kaldım. Napoli’yi felakete sürükleyebilecekken yapmamayı seçmiş olmanın mağrurluğunu bir pazar günü yüzünden ıskaladım. Hatta günlüğüme şöyle de not düşmüşüm: “Yanarım Cappella San Severo’da harcadığım zamana yanarım.” Çünkü henüz kalelerin beni hep etkilediğini, müzelerdense kalelere gitmek gerektiğini keşfetmediğim günlerdi. Castel dell’Ovo’dan sonra bir de Castel Nuovo’yu dışından seyrettim. Sonra ertesi günkü tren biletlerimi almak için istasyona gittim. Gezim 43 gün süreceğinden 30 günlük interrail biletimi henüz başlatmamıştım.
Biletimi aldıktan sonra keyifle Napoli pizzamı yemek için tekrar yollara düştüm.
Şöhreti kıtaları aşmış, filmlere konu olmuş Da Michele pizzacısına geldiğimdeyse tahmin edin nasıl bir sürprizle karşılaştım? Pazar günü olduğu için kapalıydı. Üzgün ve küskün dolaşmaya devam ettim. Via Duomo, Cappella San Severo taraflarına gittim tekrar başka bir pizzacı bulmak umuduyla. Oralarda gezinirken bir de motor çarptı bana. Daracık sokaklarda nispeten yavaş gittiklerinden, bu kazayı sadece sol kolumda gezimin sonuna kadar benimle kalacak bir ağrıyla atlatabildim neyse ki. En son istasyona dönüp oraya yakın bir pizzacıya konuşlandım, Napoli’den pizza yemeden dönmek olmazdı, dedim ya klişelerden de eksik kalamayan bir insandım. 5 euro’ya koca bir pizzayı mideye indirdim de meh! Türkiye standartlarında vaov ama İtalya’dan beklentilerime göre meh.
Ardından hostele döndüm. Roma’dan Napoli’ye aktarmalı uçuşunda bavulunu kaybetmiş ve panikten adını bile söylemeyi unutan İsrailli kızı, yaz sonu Türkiye’de tatil planları yapan Fransız Cécile’i dinledim. Sonraki gün hostelde fiyata dahil olan kahvaltımı da Cécile’le birlikte yaptım, sonra da Napoli’ye veda etmek üzere istasyona yola çıktım.
Napoli’yle ilgili son notlarıma gelirsek başta bana çok gereksiz gelen, hatta güvenlik kuruntularım dolayısıyla gelmek bile istemediğim ama 1 günün sonunda nihayet sevdiğim bir şehir oldu. Denizi olan tüm şehirler gibi güzeldi. Castel dell’Ovo’nun içini gezememekten buruktum, Da Michele de içimde ukde kaldı. Hep de bu şehre pazar gelmem yüzündendi. Henüz pazarları zaten sevmediğimi keşfetmediğim günlerdi.
30.06.2014