Henüz Venedik’i görmemişken, İtalya’ya biraz ara verip de geldim İsviçre’ye. İlk durağımsa Interlaken oldu. Burayı nereden duydum, bu cennete nasıl düştüm ben de tam hatırlamıyorum. Fakat yola çıkmadan önce sabahlara kadar rota araştırmanın faydaları diyorum. Interlaken Ost’a doğru trenle yaklaşırken camdan gördüğüm manzara, uyumadığım ve rota planı yaptığım her bir saatin telafisiydi adeta. Mavi zaten hep güzeldir. Göller, nehirler, denizler hep güzeldir. Fakat Interlaken’i tanımlarken mavinin yeşille buluşmasının kaçınılmaz güzelliği dersem ayıp etmiş, hatta halt etmiş olurum. Interlaken mavinin var olduğundan bile haberdar olmadığım tonları, dünyanın en güzel manzaraları demekti. Hakikaten öyle zamanlarım oluyor ki gezerken, karşımdaki yerin güzelliğine duyduğum hayret ve buraya dair daha önce aklımda olan, fakat neden orada olduğuna dair hiçbir fikrim olmadığı ve gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan fikirlerimden dolayı duyduğum utanç arasında bocalıyorum. Sanki sol yarım mavi, sağ yarım kırmızı olmak gibi bir his. Çünkü düşünüyorum mesela, benim büyürken aklımda olan İsviçre bu İsviçre olmadığına göre benim aklımdaki İsviçre’yi oraya kim koydu? İsviçre’nin dünyanın yedi harikasının yedisini de cebinden çıkarabilecek kadar güzel olduğunu, benden bunca yıl boyunca kim, neden ve nasıl bu kadar başarıyla sakladı? Çok değil iki yıl sonra Norveç için de tekrarlayacaktım bu soruları.
Sadece maviyle kalsa gene iyi ayrıca. Bir de bunun yeşili var. Hele de dağlara doğru ilerledikçe görün. Fakat yeşilde mevzu biraz değişiyordu ne yalan söyleyeyim. Bunca zaman gizli kalmasının bin bir türlü efor, hinlik ve titizlik gerektiğine neredeyse emin olduğum bu güzelim mavilerin saklanmışlığı bir yana, yeşil tam aksine yıllar yılı hep gözümün önünde, burnumun dibinde olmuştu. Yeşil konusunda kimseye hayıflanamam o yüzden. Yeşilin güzellliğinden bihaber oluşum belki benim ekranda gördüklerime karşı olan güvensizliğim, belki her gün gördüğüme karşı olan duyarsızlaşmamın ürünüydü. Ama Milka reklamları yalan söylemiyordu. Heidi yalan söylemiyordu. Ve ben kafamdaki İsviçre resmini neden onlara güvenerek çizmediğimi bir türlü anlamıyordum. Belki de bir ineğin mor olamayacağından emin olduğum kadar emindim hiçbir yeşilin bu kadar güzel olamayacağından. Belki daha bile fazla emindim. Oysa, Interlaken’de attığım her adımda, Alplerin eteklerinden zirvesine doğru her bakışımda yeşilin güzelliği kalbimi yumuşatıyor, hatta marşmelov kıvamına getiriyordu. Alpler demişkenJungfrau bölgesi‘ne dair anlattıklarımı da es geçmeyin.
Interlaken İsviçe’nin 26 kantonundan biri olan Bern kantonu içerisinde, Thun ve Brienz gölleri arasında yer alan bir kasabanın, adı üstünde denebilecek adı. Malum göllerin arası anlamına geliyor çünkü ismi. Oldukça küçük bir kasaba da olsa pek çok aktiviteye ve rotaya ev sahipliği yapıyor. Buraya ulaşım için kullanabileceğiniz iki istasyon var. Interlaken West ve Interlaken East (Ost). Trende gelirken göllerin rengini yüksekten tüm güzelliğiyle seyretme imkanı da oluyor, fakat ben maalesef heyecandan kamerayı yeterince hızlı çıkaramadım. O yüzden elimde ancak göl kenarına yaptığım yürüyüşlerin fotoğrafları kaldı. Konaklama için uygun fiyatından dolayı Balmers Tent Village‘ı tercih ettim. Burada oda genişliğinde birkaç kişilik çadırlarda kalınıyor. Bizim alıştığımız türden içinde ancak iki büklüm ayakta durulan çadırlardan değil tabi, herkesin kendine ait yatağı bile var. Yine de çadır olmasından ötürü, tahmin edeceğiniz üzere yağmur ve rüzgar olduğunda -ki sık sık oluyor- çadır dalgalanarak epey bir ses çıkarıyor. Olsun, benim gibi yorgun ve uykusu ağır birine göre ideal bir konaklamaydı. Ayrıca bölgede güneşli bir havaya denk gelecek kadar şanslı olmayı başaran misafirlerini ödüllendirmek için dışarıda bir şişme havuzu vardı. Hatta tripadvisor’a yorum bırakana bedava bira bile veriyordu!
Gelelim Interlaken’de neler yapılır kısmına. Daha önce de söylediğim gibi kasaba epey küçük ve çabucak yürüyerek bitirilebilir. Ayrıca yemyeşil patikalar içinden geçerek göl kenarına doğru yürümek de bence olmazsa olmaz aktivetelerden biri. Bunun dışında Interlaken, Alplerin kalbine açılan bir kapı konumunda. Interlaken East durağından kalkan trenle Alplerin Jungfrau Bölgesi’ni keşfe çıkabilirsiniz. Interlaken’i bu kadar sevmem de bu bölgenin de etkisi oldu elbet. Bir diğer seçenek ise Interlaken’de her çeşidine kadar bulabileceğiniz adrenalin sporlarını denemek. Neler yok ki? Rafting, canyoning, bungee gumping, ice climbing, skydiving, tandem paraşütü… Ben bir tanesini denedim mesela. E tabi değişik sporlara ve Jungfrau Bölgesi’ni keşfe kalkışmam epey tuzluya patladığından öğünlerimi tuzsuz tatsız marketten tamamladım. Şaka şaka marketten aldığım aromalı yoğurtlar sağ olsun tadı da gayet yerindeydi.
Uzun lafı kısası efendim, çok çok sıkı bir bütçe için Interlaken çok seçenek sunmayabilir, o durumda bir gün ayrılıp geçilebilir. Ama Jungfrau’ya da uğrayabilecek durumunuz varsa en en az iki gün tavsiye ederim.