Gezmeye bir bağımlılığı olmayan insanlar, hatta gezmekten hiç haz etmeyen insanlar, benim gibi sürekli gezip tozan, yerinde duramayanlara bakıp da gözlerini deviriyor olabilirler. Bu kadar gezince başın göğe mi erdi diyor olabilirler. Hatta belki sandığımdan daha yakınımdaki insanlar; annem, babam, arkadaşlarım da dile getirmeseler de bunu düşünmüş olabilirler. Ama açık söyleyeyim mi? Benim de kendime hiç sormadığım bir soru değil bu aslında. Hafif ama verimli bir sırt çantası hazırlamaya her giriştiğimde, bu sefer çok az eşya alıcam derken kendimi bir anda bir ton eşyayla beraber ortasında bulduğum tüm sinir krizlerinde kendime bu soruyu soruyorum. Geziyorum da başım göğe mi eriyor? İsviçre’de akşam hava kararmak üzereyken hala otostopta saatlerce kimse durmadığında, ayak parmaklarıma kadar donduğumda soruyorum. Tayland’da gece 1de girdiğim hostelden, vapura yetişmek için sabah 4te 3 saatlik uykuyla çıkarken soruyorum. Kamboçya’da Angkor Wat’ta gün doğumu izleyeceğim diye sabah 3’te uyanıp karanlıkta bisiklet sürmeye başladığımda soruyorum. Norveç’te mayısta ellerim donarken çadırı toplamam gerektiğinde yine soruyorum. Ama yarım saat bile kalmıyor bu soru benim aklımda. Çünkü sadece birkaç saat içinde iyi ki buradayım dedirtecek bir şey mutlaka geliyor başıma. O yüzden bu soruya çok takılmıyorum.
Ama bu yazıyı benim durumumda olmayanlar, aklında bu soru hala duranlar için yazıyorum ve San Marino’dan bildiriyorum: Bu sefer valla da başım göğe erdi! San Mario’da erdi!
San Marino Cumhuriyeti, İtalya’nın doğusunda, Rimini yakınlarında küçük, mutlu bir cumhuriyet. Ama sanırsınız, kalbimin orta yerinde bu nasıl bir cumhuriyet 🙂 Titan dağı üzerinde Aziz Marinus tarafından kurulduğuna inanılan bu ülkeye Titanic Cumhuriyeti de deniyormuş hala bazen. Başkenti San Marino ülkenin dokuz idari biriminden biri ve en ünlüsü. Hatta itiraf edeyim ben gitmeden önce burayı şehir devlet sanıyordum, ama artık sanmıyorum. Yani neymiş demek ki, gezen biliyormuş arkadaşlar. Gerçi bunu okuyunca okuyanlar da bilecek, öyle de bir durum var. Durumlar karışık anlayacağınız.
Şimdi ben Forli’de yaşarım, haftada yirmi dört saat ofiste dursam yeten bir işim olur, San Marino gibi bir yer 1,5 saat uzağımda olur da ben haftanın bir günü kalkıp buraya gitmez miyim? Giderim. Önce trenle Forli’den Rimini’ye gider, sonra Rimini’den 5 euro’ya otobüse biner, öyle giderim. Rimini-San Marino arası yaklaşık bir saat. Otobüsler Bonellibus firmasına ait ve garın tam önünden değil de garı karşınızda aldığınız da solunuzda kalan caddeden kalkıyor. En azından şimdilik bu böyle. Ben garın önünde beklerken neredeyse otobüsü kaçıracaktıysam da neyse ki el işaretiyle otobüsü durdurma kültürüne sahip bir ülkedeyim ki bir sonrakine binmek zorunda kalmadım. Ay bu ne çirkin bir cümle oldu. Neyse kalsın.
San Marino şehri otobüsün gittiği son duraktı. Ve malumunuz yerden biraz yüksek bir şehir. Hem daha önce okuduğum blog yazılarından hem de ev arkadaşlarımdan duyduklarımdan ben kendimi uzun bir tırmanışa hazırlamıştım, çünkü tabi ki de teleferikle çıkmayacaktım, ama o da nesi? Otobüs bizi zaten tepede bıraktı. Yani abartmayın en tepede, kulenin önünde bırakacak hali yok, ama teleferiğin falan başladığı yerin çok üstündeydik. Bu yeni otobüs hattı mıdır, hep mi böyledir bilemiyorum diye araştırınca öğrendim ki hep böyleymiş. Milletin öldük, bittik, dilimiz dışarda kaldı diye abarta abarta bitiremediği tırmanışın başı zaten epeyce bir tepeymiş. İnsanlar bir alem ya diye düşünmeden edemedim. Otobüsten inince en iyi bildiğim işi yapıp öndeki homo sapiens’leri takip ettim. Böylece, otoparktan hemen iki adım yukarı çıkınca şehre açılan kapıya vardığımızı da keşfetmiş oldum. Ayrıca gayet kolaydı, kendim de bulurdum. Ülkeye girerken ilk göreceğiniz San Marinolu insan tam da bu kapının önünde duran trafik polisi olacak muhtemelen. San Marino AB üyesi olmasa da girerken kimsenin pasaport sorduğu yoktu. Ama bu ülkeye Schengen’siz girmek mümkün değil. Zaten İtalya’ya girmeden San Marino’ya girmenin herhangi bir yolu olmadığını düşünürsek mantıksız da sayılmaz.
Kapıdan geçip azıcık tırmandıktan sonra başladım San Marino keşfine. Tabi ki ilk işim aşağı bakmak oldu. Ve Kuzey İtalya’nın sisli sonbaharının en güzel yanlarından biriyle karşı karşıya buldum kendimi. San Marino yerden o kadar yüksek bir ülkeydi ki, bölgeye çöken sisi çoktan aşmış, masmavi gökyüzüne ulaşmış, altımdaki sisle sonsuz bir okyanusta gibiydim bu sayede. Boşa demiyorum başım göğe erdi diye. Uzansam bulutları bile tutardım. Sanki bu küçükken okuduğumuz masallarda geçen gökyüzünde yaşayan devlerin ülkesindeydim. Sanki Jack’in sihirli fasulyeleriyle tırmandığı o meşhur yerdeydim. Ya da sanki birazdan Betüş, Dudu ve Periliçe geçecekti yanımdan.
San Marino epey küçük olduğundan bir günde girilmedik sokak bırakmayacakçasına gezmek mümkün bu şehri. Peki yine de geceyi burada geçirsek mi derseniz, otel-pansiyon ne vardır, kaçadır bilemem de, burda gece yürürseniz kafanızı kazara yıldızlara vurabilirsiniz, ben bilir bunu söylerim. Ha olur da şöyle bir dolunayda falan giderseniz, bana da şunun gibi bir fotoğraf atın da kıskançlıktan çatlayayım e mi?
Görsel internetten alıntıdır.
Gündüze dönecek olursak sokaklar dışında girilebilecek bir de müzeler ve kuleler var şehirde. Müzeleriniz sizde kalsın efendim, bana kulelerden haber verin.
San Marino’daki birkaç müzeden biri olan İşkence müzesinin yanından hızlıca geçtikten sonra -ki şurda başım göğe ermiş, bulutların üstündeyim diyorum, işkence ne allasen- kısaca Girdino dei Liburni diye bilinen bahçede tur attım. Çok büyük, çok da büyülü bir yer değil burası. Bahçe işte.
Oradan aşağıyı seyrederken aşağıdaki sokak epey hoşuma gidince inip onu yürüyüp geri çıktım çünkü San Marino böyle bir yer işte. Beğendiğiniz her merdivene basınız, gözünüze hoş gelen her kapının önünden defalarca geçiniz diye yapılmış bir yer.
Bu da bayıldığım başka bir sokak mesela.
Bahsettiğim sokağı yürüyüp başladığım noktaya döndükten sonra bu kez daha da yukarı, teleferiğin park ettiği yere çıktım. Cennette villa almış da balkonuna çıkıyor olsam böyle hissederdim herhalde. Normalde bunu hiç demem ama öylesi bir günde sisin altından başlayıp teleferikle buraya ulaşmanın da inkar edilemez bir lezzeti vardır sanırım. Tabi teleferik bile sisin üstünden başlıyorsa bilemem nasıl olur.
Burada uzun uzun oyalandıktan sonra, e hadi artık kuleye gideyim dedim. Ama her gördüğüm duvar kenarından manzara seyretmeden geçemediğim için o kuleye bir türlü varamadım. Hangi kuleye derseniz birinci kuleye. Bir de ikinci ve üçüncü kuleler var. Ülkenin bayrağında da görmek mümkün kendilerini. Ne biri, ne ikisi, isimleri yok mu bu kulelerin diye düşünüyor olabilirsiniz. Guaita, Cesta ve Montale adlı bu kuleler her yerde bir, iki, üç diye geçiyorlar ama. İşte ben en büyük kuleye yani Guaita’ya vardığımda saat 4’e geliyordu. Belediye binasını yani Palazzo Pubblico’yu da buraya giderken yol üstünde dışardan görmüş oldum. Merak edenler için buranın içini gezmek 3 euroydu.
San Marino Belediye Binası
Kulelere veya müzelere gidince karşınıza çıkacak şu kağıtta da yazdığı gibi San Marino’da birkaç farklı bilet opsiyonunuz var.
Multimuseo’yu, yani 10,50 euro olanı seçerseniz müze kule ne varsa girebilirsiniz. Tabi İşkence Müzesi gibi antin kuntin müzelere değil. Prima Torre, Seconda Torre, Palazzo Pubblico, Museo San Francesco e Museo di Stato olmak üzere beş müzeye. Benim gönlümde iki kuleyi görmek için iki müzeli bilet yatıyordu fakat yine bu kağıtta görebileceğiniz, olur da benim gibi görmezseniz de gişedeki abladan öğrenebileceğiniz gibi müzelere giriş 5’te bitiyor, gişelerse 4.30’da kapanıyor. Gişedeki abla beni mi hafife aldı yoksa kulenin aceleye getirilmesine prensip olarak mı karşıydı bilmiyorum ama bana vaktin yok diyerek iki müzeli bileti satmadı. Sadece ilk kuleyi gezebileceğim tekli bir bilet aldım ben de. Bu arada bilete 4,50 euro verdim ama dönüşte müze kartını sağ salim teslim edince 1,50 eurosunu geri aldım. Normalde bu yukarıdaki fotoğraftaki kağıtta yazıyormuş ama ben okumadığımdan eşeğini kaybedip bulmuş köylü sevinci de yaşadım.
Hem boyut hem de yaş olarak en büyükleri olan Guaita Kulesi yıllarını hapishane olarak geçirmiş bir kule. Ben cennet diyorum, adamlar işkence, hapishane diyor. Konseptte bir türlü anlaşamıyoruz, orası kesin. Kule çok büyük değil ama ben manzarasını o kadar sevdim ki burada sahiden de epey vakit harcadım. Hatta ne yalan söyleyeyim, beni San Marino’da bıraksanız bir birinci kuleye gidip ikinci kuleyi, bir ikinci kuleye gidip birinci kuleyi seyretmek suretiyle dört mevsim yaşarım. Arada üçüncü kuleye de giderim tabi ki canım, insanın değişikliğe de ihtiyacı var.
Bkz. Birinci kuleden görünen bir İkinci Kule.
İkinci kuleye giremeyecek olsam da ve üçüncü kuleye zaten girilmiyor olsa da gocunmadım bu kulelerin de ayağına kadar gittim. Onlar benim ayağıma gelecek değildi ya.
Bkz. bu da İkinci Kule’den görünen Birinci Kule.
Bu da nedense hep üvey evlat muamelesi gören Üçüncü Kule.
En sevdiğim kuleyi seçmeye falan kalmadım, hiç de gerek yok öyle evlat ayırmaya, ben hepsini ayrı ayrı sevdim. İkinci Kule’nin içinde bir de müze varmış Aziz Marinus’un onuruna açılmış. Ne diyebilirim ki, artık biyolojik saatim bile müzelerin kapanışına yetişemeyeceğim şekilde şartlanmış. Üçüncü kule Montale ise yine ilk kule gibi hapishane işlevi görmüş bir süre. Ve itiraf edeyim bundan cidden ürkütücü ve mutsuz bir hapishane olurmuş.
Üçüncü kuleden şehir merkezine, geldiğiniz yoldan dönebileceğiniz gibi, ağaçların arasından biraz aşağı inip sonra araba yolundan tekrar yukarı çıkmak suretiyle de gidebilirsiniz. Ben ikinci yolu seçtim, böylece şehrin çevresinde de bir tam tur atmış oldum.
Normalde hep aç açına gezdiğimden ne yenir, ne içilir konusunda sizi hep sizi boş gönderirim ya, bu sefer sırf sizin için gittim burada pizza denedim. Tripadvisor’da en çok puanı almış pizzacılardan biri olan Strapizzati fiyat olarak inanılmaz uygun.
Bir dilim margherita, bir de salamlı domatesli pizza aldım ve normalde 3,30 euro vermem gerekirken fırıncı abinin bonkör anına denk gelip 2 euro verdim. Tadıyla ilgili fikrimi soracak olursanız, baya vasattı ya, o puanı nasıl almış, oylamaya hiç mi İtalyan katılmamış anlamadım. Gerçi 77 oy aldığını düşünürsek çok da şaşırtıcı bir durum değil.
Bu arada San Marino vergi ödemeden alışveriş yapılabilecek bir yer olması dolayısıyla İtalyanlar için kocaman bir duty free durumunda. Çok uygun fiyata parfüm, alkol ve kıyafet bulmak mümkün. Çok uygun dediysem beklentiyi çok da abartmayın, ülke bulutların üstünde de olsa, ekonomisi hala euro’nun 4 tl’yi aştığı gezegenimize entegre bir halde. Ben alışveriş yaparım fikriyle gitmediğimden o an ne alsam bilemedim ve otobüse de geç kalmamak adına dükkanları çok gezmedim. Ama onun yerine otobüse geç kalma riskini göze alıp mesela gittim dondurma aldım, gayet de beğendim. Ama aceleden aldığım dükkanın adına bakamadım. Yine de tarif etmeye çalışırsam, bu otoparka inen asansörün tam karşısında bir restoran-kafe var, oradan aldım.
Elimde her tarafa damlayıp her yerimi yapış yapış eden dondurmayla otobüse doğru koşarken San Marino’daki saatlerimin sonuna gelmiştim artık. Hava kara bulutlarla dolmuş, gün batımı da yaklaşmıştı. Son bir kez San Marino’ya baktım. Sonra da ucu ucuna yetiştiğim otobüse binip gitgide artan sisin içinde gözden kayboldum.
Bence ermis çol güzel.
Harikasın
Teşekkür ederim 🙂
sen koştura koştura gezince bende otobüsü kaçıracakmış gibi okudum
Hahahah, neden bilmem tüm gezilerimin sonu koşup otobüse kılpayı yetişmemle bitiyor. Kaç kere yaşadım sayamadım. 40 dk koşturduğumu hatırlıyorum Floransa’da, inatla toplu taşımaya da binmiyorum 😀
Bir tür seyir defteri okurken ve bakarken buldum kendimi…
Naçizane derim ki aşırı detay duyguyu azaltır, pusulan buğulanmasın, keyifli gezmeler…
Çok teşekkür ederim. Kesinlikle dikkat edicem, anılar çok tazeyken yazınca, her bir detayda akılda oluyor, çok meselenin özüne odaklanamıyor sanırım insan. Biraz soğutup yazdıklarımdan ben de daha memnunum genelde o yüzden.
San Marino ya gidesim geldi ne güzel anlatmışsın ..
Bakış açına bayıldım .
Yaa çok teşekkür ederim, gitmeye özendirdiysem ne mutlu gerçekten 🙂
Gezi yorumlarını merakla ve heyecanla takip ediyorum.
Annene diyorum ki hep “ben bu kızın hayranıyım”.
Çok teşekkür ederim 🙂