Puglia’da son bir gün. Önce Ostuni, sonra Monopoli, sonra Polignano a Mare. Sonrası iyilik güzellik.
Bu üç yerin de varlığını couchsurfingden tanıdığım Gaetano olmasa asla bilmeyecektim. Eğri oturup doğru konuşalım, bilmeseydim bilmiyor olmak haliyle hiçbir raddede acı vermeyecekti ama şu an bildiğim için bilmiyor olma ihtimali epey korkutucu geliyor. Düşünsenize mesela, ya bilmeyip gitmeyip sonra bunun gibi bir blog yazısında denk gelseydim!
Güney İtalya’ya sesleniyorum burdan, bir kere de mütevazı ol canısı, bir kere de göz kamaştırma! Malumunuz Güneybatı kıyıları aslında epey şöhret kazanmıştı son yıllarda Türkiye’de. Ben de yıllaaar yıllar öncesinde Napoli’yi, Sorrento’yu, Amalfi’yi, Positano’yu ziyaret etmiştim. Salerno’ya veya Capri’ye vaktim olmamıştı, ama bir sonrakine de o ikisini görsem tamamdı nasılsa. İşte güneye bu ikinci inişimden ve doğu kıyısına ilk görüşte vuruluşumdan sonra anladım ki bu İtalya kıyılarını koy koy, sahil sahil gezmedikçe her türlü gördüğümden fazlasını kaçırıyor olacağım bir yerlerde. Evet artık bunu kabullenip bunun çaresizliğiyle devam ediyorum hayatıma. O yüzden benim imkanı, parası, ömrü yetenlere naçizane tavsiyem araba kiralayıp Güney İtalya’da aylarca dolaşmak. İmkan kısmında sıkıntı yaşayanlar da hayata küsmesinler diye şimdi kısa sürede, trenle neler neler gördüm, oraya geliyorum izninizle.
Cenneti bir güne sığdırabilir misiniz? Peki üç cenneti bir güne sığdırabilir misiniz? Bu yerlerden herhangi birine bile bir tam gün ayırmamak günahların en büyüğüyken ben bahsi görüp artırmayı seçtim evet. Pişman mıyım? Değilim. Yetti mi? Katiyen. Yanlış anlaşılma olmasın bunların hiçbiri yapılacak tonlarca aktivite bulacağınız, o kaleden bu müzeye, ordan öbür tepeye koşup sonra üstüne yorulup toplu taşıma falan kullanacağınız devasa yerler değil. Ama benim gibi yaz insanıysanız, bu şehirlerin gündüzünü, gecesini, gün batımını, şafağını, sahilini, meltemini, kaşının üstündeki benini, gülüşünü, gamzelerini, saçını rüzgarda düzeltişini bile seyretmek isteyeceksiniz muhtemelen. İşte o yüzden yeterli değildi.
Ulaşım
Daha önce Bari’yi anlatırken de belirtmiştim, ben Bari’yi kendime merkez kabul edip buradan günürbirlik kaçışlarla keşfettim Puglia’nın saklı cennetlerini. Ostuni aslında Puglia’nın Brindisi iline bağlı ama Bari’ye de trenle sadece bir saat mesafede. Monopoli ve Polignano a Mare ise Bari iline bağlı. Bu yazıda anlattığım üç yer de aynı tren rotası üstünde olduğundan ben en uzaktakinden, Ostuni’den başlayıp geze geze Bari’ye dönmeli bir rota çizdim kendime. Trenitalia trenleriyle hepsine kolayca ulaştığım ama hepsinden ayaklarım geri geri basarak ayrıldığım bu üç şehir hakkındaki izlenimlerime ve tavsiyelerime gelelim o zaman.
1-Zeytin aşkına napıyorsunuz Ostuni?
Trenden indikten sonra hemen garın önünden kalkan otobüse binerek Ostuni şehir merkezine ulaştım. Tren garında tam olarak kestiremiyor insan ilerde neyin beklediğini. Ama burası, “beyaz şehir” olarak da bilinen küçük ama eşsiz bir yer sahiden de. Ostuni, İtalya’nın önemli zeytinyağı ve şarap üreticilerinden. Öyle ki, Puglia’nın meşhur Strada dell’Olio‘sunun -yani Zeytinyağı yolunun- üzerindeki duraklardan da biri kendisi aynı zamanda. Şehir çevresindeki 3000 yıllık zeytin ağaçlarına bakınca insan Akdeniz gibisi var mı diye düşünüyor istemsizce. Şehrin ana meydanı Piazza della Libertà, tam da sıcak bir öğleden sonrada aperitivo eşliğinde biraz şarap içip dinlenmelik bir meydan. Ayrıca dar sokaklarda ve kale çevresinde de uzun uzun yürümeyi ihmal etmeyin.
2-Adı gibi rakipsiz şehir: Monopoli
Ostuni’den Bari’ye dönerken ilk durağım oldu Monopoli. Ne yazık ki, İtalya’da 4 aya yakın yaşamak bile ülkenin idari birimlerini çözmeme çok yardımcı olmadığından Monopoli’den bir şehir diye mi, yoksa kasaba diye mi bahsetmek daha doğru emin değilim. Ama hepi topu 50.000 civarı bir nüfusu var bu güzelim yerin. İsmiyse Yunanca’daki monos (tek) ve polis(şehir) kelimelerinin birleşimiyle “tek şehir” anlamına geliyor ve şehrin eşsiz güzelliğini taçlandırıyor. Bu sefer tren istasyonundan yürüyerek rahatlıkla ulaşabilirsiniz şehir merkezine.
Monopoli’ye vardığımda İtalyanlar için aperitivo vaktiydi. Öğlen kapanan pek çok restoran yavaştan açılmaya başlamıştı. Bense aceleden maalesef biraz apar topar gezdim bu nefis şehri. Ama bir dar sokak aşığı olarak aradığım ne varsa buldum diyebilirim. Eski liman kısmını ve ekim sonunda bile denize atlasam mı dedirten Lungomare’yi de es geçmedim.
3-Siz hepiniz Polignano tek!
İtiraf ediyorum, bir güne sığdırmaya çalıştığım bu zorlu gezimde pazar günü tren saatlerinin normalden daha seyrek olmasının da azizliğine uğradım. Hangi şehre ne kadar saat ayırabileceğim biraz da benim kontrolüm dışında belirlenmiş oldu bu yüzden. Fakat bir itirafta daha bulunuyorum, en uzak duraktan başlayıp Bari’ye yakındaki şehirlere doğru ilerleme planım o kadar da rastgele verdiğim bir karar değildi. Ve sevgili Polignano a Mare, gün boyu karşılaştığım her manzara enfes de olsa, aslında kendimi sana sakladım. Seni bilerek sona sakladım. Ne yaptım ettim, her şeyi gün batımını Polignano a Mare’de görecek şekilde ayarladım. Ve böylelikle, üstün çabalarım sonucunda gün batımında aklım çıkıyordu aklım! (Elimdeki tüm fotoğraflarda güneş batarkenki nefes kesici pembeliğin çamaşır suyu lekesi gibi çıkmasına dair isyanlarımızı nereye iletiyoruz acaba ?)
Polignano a Mare, dünyanın en güzel mavisinin hemen karşısına, dalgalar tarafından aşındırılmış, aralarına mağaralar işlenmiş yorgun ama mağrur kayalıkların üzerine kurulmuş bir şehir. Polignano’nun antik şehir kısmını en az beş kez turladım, her bir sokağına daldım, her bir panjurlu evinin fotoğrafını çektim, her bir restoranının menüsünü ezberledim. Lungomare’nin, yani sahil şeridinin kayalık manzarası karşısındaysa kıskançlıktan kendimi kaybettim, şehrin kartpostalsı sahilinde günbatımının tadını çıkardım.
Ve güneş batarken ben de şuna karar verdim: Yüzölçümü ne kadar küçük de olsa, Polignano’ya en az bir gün ayırmalıydım. O yüzden, ben pişmanlığımla baş başa kalırken daha uzun vakti olanlara tekneyle mağaraları gezme şansını da kaçırmamalarını öneriyorum. Hatta kayalara oyulmuş bir mağarada, Grotta Palazzese‘de bir akşam yemeği de yiyebilirsiniz benim yerime.
Gitmeden önce okuduğum yorumlarda gördüğüm şey, Polignano’nun aşığı kadar eleştireni de olduğuydu. Yok en iyi restoranı çok abartıydı, bayılarak yemedim; yok denizi kalabalıktı yüzemedim. Benim çok şükür böyle dertlerim olmadığından mıdır bilmem, (çünkü ben sadece saatlerce oturup izledim) Polignano benim için Puglia’da tatlı bir duraktan çok daha fazlası oldu. Sadece birkaç saatte İtalya’nın hayran olduğum her yerini, Venedik’i, Cinque Terre’yi, Positano’yu, Portofino‘yu solladı ve baş köşeye oturdu. İtalya’ya tepeden tırnağa hayran da olsam Polignano a Mare’yi tek geçiyorum, o yüzden. Geri gelmek dileğiyle…