Meydan kültürü diye ara ara iç bunaltan güzellemeler yapabildiğim doğrudur. Ama haksız da değilim, meydanlar sonuçta Avrupa’da tarihin en önemli tanıklarından. Büyük çoğunluğu Orta Çağ’dan kalmış olup bugün antik şehir merkezlerinin kalbinde yer alıyor fakat aralarında çok daha yaşlı, görmüş geçirmiş olanlar da yeni şehircilik anlayışıyla son yüzyıllarda şekillenmiş olanlar da var tabi. Hem günlük hayatın hem politik hayatın olmazsa olmazı olduğundan, meydanlar Avrupa kültüründe benim de en hoşuma giden detaylardan haliyle.
Bu yazıda kaleme aldığım meydanların kimini sıcak yaz akşamlarında, sokak müziği eşliğinde ziyaret ettim. Kiminiyse Noel zamanı, rengarenk pazarlar kuruluyken. Kendimce de estetik ve mimari hiçbir kıstas gütmeden, sadece izlenimlerim ve hislerim üzerine bir sıralama oluşturdum. Kabiliyetsiz fotoğrafçılığımla meydanları kadraja sığdırmakta epey zorlandığımdan en azından gerçeğin hakkını verebilmek adına, başarılı sayılabilecek birkaç fotoğrafım kadar internette kullanıma açık görsellerden epey faydalandım bu yazıda, baştan söyleyeyim. Bir gün hatırladığım güzellikleri daha iyi fotoğraflamak umuduyla diyerek işte en güzel hatırladığım 23 meydan, buyrun:
23-Kahramanlar Meydanı (Budapeşte)
Şehir parkının hemen yanında yer alan bu meydan 1896 yılında inşa edilmeye başlanmış. Meydanda önemli liderlerin ve ulusal kahramanların heykelleri de bulunuyor. Şehrin biraz dışında olması nedeniyle genelde ulaşım için metro tercih edilse de, benim gibi, eski komünist mimarili sokaklar küçük arasında 40 dk yürüyerek veya Budapeşte’nin Champs-Elysées’si Andrassy Caddesi’ni sonuna kadar takip ederek bu meydana ulaşabilirsiniz.
22-Piazza della Liberta (San Marino)
Diğer adıyla Özgürlük Meydanı. Belediye binasının hemen önünde yer alan bu meydanı bence bu kadar olmazsa olmaz yapan ne mimarisi, ne renkleri… Sadece nefis manzaralı bir terastaymış hissi vermesi!
21-Piazza del Campo (Siena)
Siena’nın Ortaçağ’dan kalma bu oldukça eşsiz meydanına on yıl önce uğramıştım. Renkler ve doku anlamında bana pek hitap etmese de mimarisi oldukça ilginç. Hafif eğimli çanaksı Campo meydanında öğleden sonra yerlere uzanıp güneşlenen insanlara ben nedense katılmamıştım o zamanlar. Yine de siz es geçmeyin derim. Anlayan beri gelsin dediğim bir konu ise bu tuhaf eğimli mimarisiyle buradaki geleneksel at yarışlarının nasıl gerçekleşebildiği. Çünkü anladığım kadarıyla ortadaki çukur kısma atlar değil seyirciler doluşuyormuş.
20-Casino Square (Montecarlo)
Yine on yıl önce ailemle yaptığım Fransa-İtalya gezimden bir duraktı bu meydan. O zamanlar ben daha küçük, dünya daha büyük olduğundan mıdır, kendisiyle ilk kez bir gece vakti ışıklar altında karşılaştığımdan mıdır bilmem, bu meydan bana ayrı bir heybetli, ayrı bir ihtişamlı gelmişti.
19-San Marco Meydanı (Venedik)
Burası yalnızca Venedik’in değil, dünyanın da en ünlü meydanlarından. Bir tarafta deniz, diğer yanda San Marco kilisesi, Dükler Sarayı, Çan Kulesi gibi şaheserler varken burası kimilerine göre dünyanın en güzel meydanı da aynı zamanda. Serin bir sonbahar akşamında, ışıklar ve müzisyenlerle birlikte oldukça romantik bir deneyime dönüşebilirken benim gibi yaz ortası gittiğinizdeyse kilometreler dolusu turistten oluşan bir kaos anlamına gelebilir bu meydan. Üstelik konu Venedik’se sudan uzaklaşıp karaya doğru attığım her ufak adımda içimden bir şeyler kopuyor azizim. Sübjektif değerlendirmemde nispeten geride kalması bu sebepten.
18-Place des Vosges (Paris)
1605’te ilk yapıldığında Kraliyet Meydanı ismini taşıyan bu meydanın adı, daha sonra Napoleon tarafından Place de Vosges olarak değiştirilmiş. Meydanı çevreleyen evlerde kimler ikamet etmemiş ki? Victor Hugo, Theophile Gautier, Alphonse Daudet, Kardinal Richelieu… Çimlere uzanıp güneşlenme anlamında Champs-de-Mars’a bir alternatif olabilir.
17-Stortorget (Stockholm)
Bu rengarenk evleri yan yana dizme işini ilk kim buldu gençler ya? Ben bıkmadan yorulmadan her defasında tav oluyorum bu olaya. Stockholm’un Antik Şehir kısmının (Gamla Stan) Stortorget Meydanı da buna istisna değil tabi ki. Tarih ve mimari anlamında herhalde Venedik’in San Marco Meydanı’yla aşık atamaz bura, ama benim gözüm olaylara öyle bakmıyor ki ah ah…
16-Grand-Place (Brüksel)
İsminden de anlaşılacağı gibi burası Brüksel’in ana meydanı. Dört bir yanınızı görkemli, ihtişamlı binaların saracağı bu meydana dair en güzel şeylerden biriyse Ağustos ayında kurulan “Tapis de Fleurs” yani çiçek halısı.
15-Grote Markt (Brugge)
Bir ortaçağ masalı Brugge’ün adına yaraşır tarihi meydanı burası. Noel zamanı tatlı mı tatlı bir pazar yerine dönüşen bu meydana, hemen karşınızda göreceğiniz 83 metre uzunluğundaki Belfry Kulesi’ne tırmanarak tepeden de bir bakış atabilirsiniz.
14-Marienplatz (Münih)
Marienplatz şehrin hem eski hem yeni belediye binalarının yer aldığı hayli turistik meydanı. Aslında burayı Brüksel’in Büyük Meydanı’na epey benzetiyorum. Ama Münih’i güneşli, Brüksel’i yağmurlu ve rüzgarlı bir günde ziyaret ettim diye midir bilmem, Grand-Place’a kıyasla birkaç basamak yukarıda Marienplatz’ın kalbimdeki yeri.
13-Monastiraki Meydanı (Atina)
Kelime anlamı küçük manastır olan bu meydan Atina’nın kalbi sayılabilir. Meydana açılan cıvıl cıvıl sokaklarla, birkaç farklı renkteki arnavut kaldırımlı taşlarıyla ve başınızı kaldırdığınızda uzaktan sizi selamlayan Akropolis ile Monastiraki dört bir yandan kucaklıyor adeta insanı.
12-Rynek (Wroclaw)
Çoğu gezginin aksine benim üç gece geçirerek rekora oynadığım Wroclaw şehrinin, defalarca geçtiğim meydanı Rynek. Dedim ya renkli evleri yan yana diz, karşısına da beni koy zaten. Aslında Polonya’ya dair asıl övgüleri Krakow’un meydanı topluyor genellikle ama benim henüz Krakow’u keşfetme fırsatım olmadığından Wroclaw meydanıyla yetiniyorum şimdilik.
11-Place Massena (Nice)
İlk göz ağrım Nice’in bir ay boyunca her akşam sahiline inerken içinden geçtiğim, siyah-beyaz karolu taşlı, rengarenk insan figürlü lambalı, devasa fıskiyeli sevimli Massena meydanı da tabi ki listemdeki yerini aldı. Torpil geçiyor gibi görünsem de bence gerçekten sımsıcak, ev gibi bir atmosfere sahip.
10-Piazza Bra (Verona)
Piazza Bra, Verona’nın ilk görüşte vurulduğum iki meydanından biri. Bir tarafta övmelere doyamadığım renkli binalar, altlarında tenteli kafeler, restoranlar ve sokak lambaları, diğer tarafta yeşillik ve ağaçlar ve -bana hitap etmese de- Colesseum severlere Roma’yı özletmeyecek Arena di Verona sayesinde aradığınız her şeyi bulabileceğiniz bir buluşma noktası.
9-Piazza Navona (Roma)
Artık onlarca kez tekrar etmemden siz de sıkıldınız biliyorum: ben bir Roma aşığı değilim. Ama Dan Brown hayranıyım ve o da sayılır bence. Melekler ve Şeytanlar’ı okuduysanız, Robert Langdon’ın Papalık adayı 4 kardinali öldürülmeden önce kurtarma girişimlerini hatırlarsınız. Her bir kardinal, Bernini’nin bir eserinin önünde/içinde öldürülüyordu ve son kardinal, Kardinal Baggia’nın kaderiyse “su” elementini temsilen, Navona Meydanı’ndaki Bernini’nin “Fontana dei Quattro Fiumi”sinde sonlanıyordu. İşte Piazza Navona’nın gerçek hikayesi nedir bilmem ama bendeki tarihi budur. Bundan dolayı da yeri ayrıdır.
8-Old Town Square (Prag)
Sıra geldi beklentilerimi aşan şehrin beklentilerimi aşan meydanına. Tarihi 12.yüzyıla kadar dayanıyormuş. Eski Belediye Sarayı ve Astronomik Saat bu meydandaki önemli binalardan.
7-Place du Tertre (Paris)
Bu sefer hiç bahanem yok teslim olyorum. Göz göre göre torpil geçtim evet. Mimari açıdan, estetik açıdan, tarihsel açıdan hiçbir avantajı olmayan bir meydanı kalkıp 7.sıraya koydum. Çünkü olay Paris’te geçiyor. Çünkü Montmartre’a çıkan merdivenler tüm o gayrete değiyor. Çünkü iki adım öteniz Sacré-Coeur. Paris’in en turistik yerlerinden biri olsa da, gündüz vakti bu meydanı dolduran ressamlar ısrarlarıyla sizi sanattan soğutsa da bana kendimi hep çok mutlu hissettiren bir meydan oldu bura.
6-Marktplatz (Hallstatt)
Yine belki yüzyılların tarihi burda yatmıyor ama gönlümün efendisi burda yatıyor dediğim bir meydan. Bu küçücük ufacık içi dolu turşucuk meydan, geldiğimde ortasında iş makinesi çalışırken bile göze o kadar sevimli görünüyordu ki! Oyuncak gibi evlerin, kafelerin ardında uzanan yemyeşil dağ aşkına, gönül rahatlığıyla 6.sıraya yazıyorum o yüzden Hallstatt meydanını.
5-Red Square (Moskova)
Bu sefer her metrekaresine tarihin kök saldığı bir meydanla devam edelim. Çarlık Rusyasının da SSCB’nin de kalbi olmuş bir meydan. Moskova’nın önemli caddelerinin kesiştiği Kızıl Meydan Kremlin Sarayı, Saint Basil Katedrali, Lenin Mozolesi gibi önemli tarihi yapılara ev sahipliği yapıyor. Diğerlerini bilmem ama hazır Rusya vize istemiyorken ve döviz kurundaki gelişmeler Avrupa’yı uzak bir hayale çevirmişken fırsattan istifade Rusya’ya gelmeden ve burayı görmeden ölmek gerçekten olmaz bence.
4-Aziz Petrus Meydanı (Vatican)
Sırada bir diğer mimari şaheseri var. Dünya’nın en küçük ülkesinin pek de küçük denemeyecek görkemli, heybetli Aziz Petrus Meydanı yine Bernini tarafından 17.yüzyılda tasarlanmış. Meydanın ortasındaki Dikilitaş taa M.Ö. Mısır’da bilinmeyen bir firavun tarafından inşa ettirilmiş ama sonradan bu meydana getirilmiş. Meydanın bir ucundayda meşhur Aziz Petrus Bazilikası yer alıyor. Bu yönleriyle bence Avrupa’nın en iddialı meydanlarından.
3-Maria Theresien Strasse (Innsbruck)
Innsbruck’un ana meydanı deyince genelde Golden Dachl’ın hemen altındaki meydan akla gelir. Benim bu yazıya konu ettiğim yer ise aslında bir meydan değil cadde olan Maria Theresien Strasse. Evet bu bir cadde ama insanlar için buluşma noktası olan, ortasında St. Anna’s Column gibi uzun bir sütun bulunan, etrafında banklar, sokağa atılmış masa sandalyeler yer alan, yani şehrin meydan ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan bir cadde. Caddenin göz ziyafeti sayılabilecek renklerine ve mimarisine bir de sonundaki nefes kesici dağ manzarası da eklenince ilk 3’e koymadan edemedim Maria Theresien Strasse’yi.
2-Plaza de España (Sevilla)
Endülüs hatıralarım genelde sıcak ve kurak olduğundan, mecbur kalmadıkça buraya yeniden gitmeyi de düşünmediğimden anılarımı kurcalayıp da Sevilla’da bu kadar bayıldığım bir yer bulunca ben de kendime bir hayli şaşırdım aslında. Hatta oturup düşündükçe sıcaktan bayılmasam güzel şehirmiş aslında diyecek noktaya bile geldim. Neyse Sevilla’yla aramdaki karmaşık ilişkiyi şimdilik bir kenara bırakırsak diyebilirim ki Plaza de España yarım daire şeklindeki mimarisiyle, köprüleriyle, ortasındaki Vicente Traver Çeşmesi’yle gerçekten efsane bir meydan. Bu güzelliğiyle Lawrence in Arabia, Star Wars gibi filmlerde de boy göstermiş bu meydan.
1-Piazza delle Erbe
Ve nihayet geldik ilk sıraya. Yukarıda Piazza Bra için de demiştim zaten Verona’nın ilk görüşte vurulduğum iki meydanından biri diye. İşte buyrun bu da diğeri: Piazza delle Erbe. Dar alana sığdırılmış tonlarca muhteşem detay sayabilirim sanki bu meydana dair. Tenteler, şemsiyeler, ufak bir pazar, çeşme, panjurlar, kafeler, özene bezene inşa edilmiş binalar, insanı kıskandıracak kadar güzel yaşlanmış duvarlar… Önüm arkam sağım solum görsel şölen değil de ne? Meydanları kadar sokaklarına da hayran kaldığım Verona’ya dair daha detaylı izlenimlerimi de şuraya4 bırakmadan gitmeyeyim madem.