Andallar! İlk insanlar! Westeros’un yeni sakinleri! Dothraklar! Eski ve yeni tanrılar aşkına toplanın kuzum, Ejderha Kayası’na gidiyoruz! Şimdi Daenerys’in 6 sezonda anca geçtiği dar denizi benim geçtiğimiz kasımda birkaç günde aşıp Ejderha Kayası’na (Dragon Stone) ulaşma hikayemi sizinle paylaşacağım. Siz de benim gibi Game of Thrones çekim yerlerini ziyaret edip kendinizi kaybetmeyi seviyorsanız, San Juan de Gaztelugatxe kaçırmak istemeyeceğiniz bir durak.
Yalan yok böyle bir yerin varlığından Game of Thrones olmasa hayatta haberim olmayacaktı. Diziyi izlerken “Burası gerçek mi yaa?” demekten kendimi alamamışken şokun büyüğünü asıl bu yerin İspanya’da olduğunu keşfedince yaşadım. İzlanda’da değil. İrlanda’da falan da değil. İspanya’da!!! Gerisi çorap söküğü gibi geldi zaten.
San Juan de Gaztelugatxe’nin Tarihi
Gaztelugatxe, İspanya’nın Bask Bölgesindeki Biscay körfezinde, ana karaya yalnızca ince bir köprüyle bağlı olan bir adacığın adı. Adanın tepesinde yer alan manastıra ise (aman diyim Targaryenlerin kalesi yerine bir manastırla karşılaşınca şok olmayın) Gaztelugatxeko Doniene ya da San Juan de Gaztelugatxe deniyor. (Yemin ederim artık bakmadan tek seferde yazabiliyorum adını!)
Bahsi geçen manastır tahminen 9 ya da 10.yüzyıllarda, ufak bir keşiş kulübesi olarak John the Baptist adına yapılmış. 12.yüzyıldaysa manastıra çevrilmiş. Göze random gülme gibi gelen bu isim ise Bask dilinde “Sarp Kale” anlamına geliyor. Eh, kabul edin Game of Thrones evrenindeki hikayesi çok daha heyecan verici 🙂
Tahmin edeceğiniz üzere böylesine sihirli bir yer bizim evrenimizde de çeşitli efsanelerden yoksun bırakılmamış. Mesela bir efsaneye göre burayı ziyaret eden kişi, manastıra uzanan yoldaki ben diyim 230 siz deyin 240 basamağı çıktıktan sonra çanı üç kere çalar ve bir dilek dilermiş.
Efsaneleri bir kenara bırakıp yazılı tarihe dönecek olursak burası savaş zamanlarında savunma amaçlı da kullanılmış pek çok sefer. Anlatılana göre 1596’da, manastır Sör Francis Drake tarafından saldırıya uğradığı sırada, burada yaşayan keşiş de kayalıklardan aşağı atılarak öldürülmüş. Tabi San Juan de Gaztelugatxe’nin şahit olduğu trajediler bununla sınırlı kalmamış. Bu yerin Engizisyon sürecinde de sancılarla dolu bir rol oynadığından söz ediliyor. Bask mitolojisinin önemli bir parçası cadılar tarafından gerçekleştirilen Akelarre ritüelleri olduğundan, Katolik Kilisesi cadı avlarına bu bölgede ekstra ağırlık vermiş. Söylenene göre suçlanan kişiler bu manastırın mahzenlerine kapatılırmış.
Manastır zamanla iyice eskimekten kırılıp dökülmüş ve en son 1886’da tamamen yıkılmış. Bugün gördüğümüzse daha sonra yeniden inşa edilmiş bir versiyonu.
San Juan de Gaztelugatxe’ye Ulaşım
Bu masalsı yere en kolay ulaşım Bilbao şehrinden. Tabi ben Erasmus+ stajı yaptığım İtalya’dan en uygun bileti gidiş-dönüş Madrid-Bolonya arası bulduğumdan önce otobüsle Madrid havaalanından Bilbao’ya geçmem gerekti. Otobüs biletimi artık Avrupa’da alışkanlık haline gerirdiğim üzere GoEuro’dan aldım. Vergi dahil 41 euro vermek ciddi anlamda içime oturdu ama İtalya’dan kalkıp İspanya’ya gelmemenin tek ve biricik sebebi burayı görmek olduğundan el mahkumdu. Bu arada yolculuğu ALSA bus isimli firma gerçekleştiriyordu ve hayatımda görmediğim lükslükte bir otobüs seyahati sundu bana.
4 saatlik seyahatin sonunda Bilbao’ya vardığımda saat 06:25’ti ve hava hala karanlıktı. Önce Moyua meydanını bulmam gerekiyordu. Sonra burdan A3518 numaralı otobüsle Bakio’ya gittim. Neyse ki son duraktan ineceğimden sıkıntı yaşamadım. Bakio’ya vardığımda hava nihayet aydınlanmıştı. Okyanus kıyısında başlayıp tepeleri aşarak devam eden 1 saatlik bir yürüyüşün sonunda San Juan de Gaztelugatxe’ye vardım. Kaybolacağnıza dair endişeniz olmasın, yolun uzunca bir kısmında zaten gidebileceğiniz tek bir yön var. Yol ayrımları çoğaldığındaysa şüpheye yer bırakmayacak tabelalar imdadınıza yetişiyor. Hiç de zor olmayan bu yürüyüş için biraz su, biraz da atıştırmalık yeterli olacaktır.
Ve nihayet sabrın sonu…
Deliler kovalamış gibi sabahın köründe gelmemin ödülü tüm manzarının keyfini tek başıma çıkarmak oldu. Tabi ben yok manzaraya karşı kahvaltı edeyim, yok iki adımda bir fotoğraf çekeyim, Jon Snow’un ejderha camı istemeye gelip de kalenin surlarında şaşkınlıkla yürüdüğü sahneleri gözlerimin önünden film şeridi gibi geçireyim derken kalabalık turist grupları da yavaş yavaş gelmeye başladılar. Hal böyle olunca ben de tepede 1-2 saat daha oyalandıktan sonra manastırı ana karaya bağlayan o daracık köprü, Çin Seddi’nin meşhur fotoğraflarındaki gibi bir kalabalığa bürünmeden bir an önce Bakio’ya dönmek üzere yola çıktım. Bakmayın, zaten 1-2 saat adacıkta geçirmek için ideal süre denebilir.
Başladığım yere varınca bir süre okyanus kenarında oturup kasım sonu sörf yapan insanları ağzım açık izledim, sonra da geldiğim otobüse binip sokaklarını ve binalarını pek bir beğeneceğim Bilbao’yu keşfetmek üzere Plaza Moyua’ya döndüm.