Bile bile yenildiğim bir şehir sanki Rio de Janeiro. Bugüne kadar kimle konuşsam Rio çok başkadır dediler. “Gördüğün her şeyden farklı olacak.” Ama başka bir yazıda da demiştim ya, bazı şehirler için ben beklentimi arşa çıkarıyorum, onlar gelip o beklentiyi de aşıyorlar utanmadan. İşte Rio tam da öyleydi. Kalabalık ve sakinlik, kaos ve huzur, doğa ve şehir, dağ ve sahil… Karakterimdeki her tür çelişkiyi ve dengesizliği anlayabilen ve kucaklayabilen bir şehirdi benim için. Aradığım ne varsa cevap verdi Rio.
Tabi bakmayın az sitem de etmedim kendisine. En çok da hava muhalefetinden ötürü. Bazı günlerim zor geçti, bazen hayal kırıklıklarından küskün ayrılacağım Rio’dan gibi geldi. Ama Rio’ya ne kadar küs kalabilirdim ki? Bu yazıda Rio’da yağmurda ıslandığım, planlarımı ertelediğim, bu şehir ben pek de sevmemiş gibi hissettiğim, yine de en kötü anımda bile eğlenebildiğim ilk iki günümü anlatmak istedim. Gönlümü tamamen aldığı son üç güne daha sonra geleceğim.
Rio’nun en güzel zamanı nedir?
Her zamandır muhtemelen. Rio’ya giderken Latin Amerika’da mevsimlerin ters olduğunu unutmamak gerek ama öte yandan Rio’nun kışı bile öyle soğuk, eliniz ayağınız buz kesen türden bir kış değil zaten. Ben geldiğimde Rio’da vakit bahar vaktiydi. Şimdiden sıcaklardan şikayet etmeye başlamış epey insana rastladım ama benim için hava sıcaklığı o kadar idealdi ki! Tabi bir de yaz var. Sıcakları ne kadar kan kustursa da karnavaldan da dolayı en çok ziyaretçi çeken mevsim. Ben şu anki plana göre karnaval zamanı Rio’da olamayacağım muhtemelen. Ama çoğu insanın aksine benim Rio hayalim karnavala değil Onur Yürüyüşü’ne katılmaktı ve ikinci yazımda da bahsedeceğim gibi şansıma hiç de beklemediğim bir anda kendimi ortasında buldum.
Rio’da Konaklama
Rio’da konaklama bulabilme şansınız ve ödeyeceğiniz ücret de gideceğiniz mevsime göre inanılmaz değişebiliyor. Yazın tüm otellerin ateş pahası olup hele bir de karnaval zamanıysa aylar öncesinden dolduklarını söylememe gerek yok, tahmin edersiniz. Ama bunun dışında da şehrin hangi bölgesini seçtiğinize bağlı olarak fiyatlarda büyük oynamalar bekleyebilirsiniz. Tabi nolur nolmaz diye gelmeden önce Rio’lu arkadaşlarıma konaklamak için daha güvenli yerleri sordum. Copacabana, Botafogo, Ipanema, Leblon, Flamengo, Barra de Tijuca hem güvenli hem de metroya yakın yerler. Ayrıca Lapa ve Centro biraz kaotik olsa da ucuzluğundan dolayı tercih edilebilir. Zona Norte bölgesindeki Pavuna, Irajá, Vicente de Carvalho gibi yerlerdense kaçınmamı söylediler. Sonuç olarak şansım oldukça yaver gitti ve Copacabana plajının karşısında mükemmel manzaralı bir evde couchsurfing hostu buldum.
Rio’da ilk gün: gezi masraflı başlıyor
Rio gezimin planlama aşamasından gezinin sonuna kadar Rio’lu arkadaşım Rebecca yanımdaydı. Kendisiyle 2014’te Buenos Aires’te dil kursunda tanışmıştık ve Rio’ya geleceğimi duyunca en ufak detaya kadar her şeyi benim için planladı. Tabi ki hiçbir şey plana uygun gitmedi ama zaten planlar da bunun içindir. Sabahtan buluşup birlikte Pão de Açúcar’a gittik. Sugerloaf mountain ya da Kesmeşeker dağı olarak da biliniyor. Bu ismi ilk alan tepe burası olsa da bu kavram jeolojide benzer oluşumlar için de kullanılıyormuş şu anda. Fiyatın 49 R$ olacağını düşünürken bir öğrendik ki o sadece Cariocalar yani Riolular için geçerli fiyatmış. Oraya kadar gittiğimizden ve Rebecca kendi biletini almış bulunduğundan ben de mecburen 99R$ ödedim. Öderken de nasıl içime oturdu anlatamam.
Ama sanırım acısı tepeye varana kadardı. Bondinho ile önce Morro da Urca‘ya sonra Pão de Açucar’a varınca karşılaştığım manzara keyfimi büyük ölçüde yerine getirdi. Karşımda kollarını açmış İsa heykeli önümde Vermelha Plajı, uzakta Copacabana Plajı uzanırken Rio’nun tüm beklentilerimi karşılayabileceğini de işte o zaman anladım. Bu arada sonradan öğrendik ki Morro da Urca’ya kadarki kısma yürüyerek de ulaşılıyormuş. Sadece Morro da Urca ve Pão de Açúcar arası için bilet satılıyor mu bilmiyorum ama böyle bir imkan varsa masraftan kısmanızı sağlayabilir. Bir de Rio’da onlarca güzel dağ, tepe ve onlarca nefes kesici manzara olduğundan bu parayı ödeyip de Pão de Açúcar’a çıkmaya olmazsa olmaz bir aktivite diyemem. Yine de o gün çok harcadım diye epey endişelensem de kesmeşekerli bir hatıra olarak kalacak benim için.
Aşağı inince önce Vermelha Plajı’nın kenarında oturup hindistan cevizi suyu içtik. Güneydoğu Asya’dan döndüğümden beri epey hasrettim vu tada. Çünkü asla Türkiye’dekilerle aynı olmuyor. Ben genelde suyunu içmekle kalmayıp bir de kırdırıp dibini sıyırıyorum ayrıca.
Sonra Urca mahallesinde dolaştık. Urca, Rio’nun oldukça zengin ve yüksek güvenlikli mahallelerinden. Gerçi bugünlerde askerler her bölgede varlıklarını artırmış durumdalar ama Urca için bu ezelden beri böyleymiş. Mureta da Urca boyunca yürüyüp bira eşliğinde pastel yedik. Pastel aslında görünüş olarak Arjantin’in empanadalarını hatırlattı bana. Tabi bol yağda kızartılmış hallerini. Peynirli, etli ve karideslisini denedim. Hepsini de gayet sevdim.
Urca’dan ayrıldıktan sonra kısa bir Botafogo turu yaptık. Rebecca’nın dediğine göre Botafogo öğrencilerin akşam bir şeyler içmek için sıkça tercih ettikleri bir yermiş. Bugünkü son durağımızsa Lagoa yani lagün oldu. Lagün kıyısı boyunca koşmak ya da pedal çevirmek Rioluların sevdiği aktivitelerden. İlkbaharda güneş hala akşam 6 gibi battığından ben karanlıktaki haline yetiştim ama gündüz de epey güzel oluyormuş.
Biz Lagoa’dan eve dönmeye çalışırken öyle bir yağmur bastırdı ki, yirmi dakikalık yolu bir saatte gittik. Brezilya sıcağına rağmen eve vardığımda tir tir titriyordum. Öyle olunca çarşafın altında ısınmaya çalışırken akşam 7 gibi uyuyakalmışım.
Rio’da İkinci Gün: Merkezi keşfediyorum
Sabah erkenden metroyla şehir merkezine gidip Rebecca’yla buluştum. Burada ücretsiz şehir turlarından birine katıldık. Tura metronun Uruguaiana durağı önünden başladık. Çıkar çıkmaz ilk gördüğümüz şey bir pazardı ve Rebecca burda fiyatların çok ucuz olduğunu çünkü muhtemelen satılan ürünlerin çalıntı olduklarını söyledi. İsmi Strawberry Tours olan bu şirket aslında Londra merkezli ve rehberimizin söylediğine göre turdan topladıkları bahşişleri Dona Marta favelasına bağışlıyorlarmış. Tur rotamızda Candelarìa katedrali, Centro Cultural Banca do Brasil, olimpiyat meşalesi, feribot limanı gibi pek çok durak vardı.
Rıhtıma yakın kısımlar hakkında Rebecca ve tur rehberimiz, olimpiyattan sonra bu bölgenin çok değiştiğini ve önceden burada yürümenin bile mümkün olmadığını söyledi. Sosyolojik olarak olimpiyatlar şehre yarardan kadar zarar da bıraksa da tanıştığım Riolular genelde bu “güvenlileştirme”den mutlu görünüyor. Öte yandan dünya kupasına karşı yapılan protestoları da unutmamak lazım. Bu tarz büyük etkinliklere servet dökülmesine tepki gösteren de önemli bir kitle var. Şehir merkezinde olimpiyatlardan önce yaşayan evsizlerin veya sokak satıcılarının şimdi nerede olduklarına dairse pek bilgi bulamadım.
Rıhtımdan tekrar merkeze döndüğümüzde dinlenmek için Confeitaria Colombo‘ya uğradık. Bir hayli turistik ve pahalı bir yer. Ben sadece coxinha da galinhayı denedim.
İçinde tavuk olan bir kroket diye tarif edebilirim en basit haliyle. Sonraki durağımızsa şehrin en sevdiğim bölgelerinden biri olan Lapa’ydı. Lapa’ya geçerken rehberimiz değerli eşyaları çok göstermememiz konusunda bizi tekrar uyardı. Cuma günü gittiğimiz için yine bir tık daha güvenli sayılabileceğini ama normalde hafta içi gündüzleri Lapa’ya gelmenin önerilmediğini söyledi. Öte yandan Lapa Rio’da gecesi gündüzünden güvenli olan ender yerlerdenmiş. Benim içinse duvar resimleriyle, tarihi Santa Teresa treninin geçtiği Arcos da Lapa’sıyla burası şehrin en renkli yerlerindendi.
Vee gelelim bugünün Nirvanasına! Escadaria Selarón. Jorge Selarón Şili doğumlu bir sanatçı ve bu merdivenleri yapmaya Brezilya halkına hediye olarak 1990 yılında başlamış. Aslında başta bu çalışma sadece Rio sokaklarındaki inşaat alanlarından ve kentsel atıklardan toplanan fayanslarla yapılırken sonra zamanla şehri ziyaret eden turistler tarafından da çiniler getirilmeye başlanmış.
Bugün merdivenler boyunca dünyanın her yerinden, söylenene göre 60 farklı ülkeden getirilen çiniler var. Hatta Türkiye’den de gelen bayraklı bir fayans olduğu söyleniyor, aslında bayrağa benzer ay-yıldızlı bir fayans ben de gördüm ama renkleri solduğundan dolayı çok da emin olamadım. Selarón merdivenin bir kısmı tamamlandıktan sonra hemen sıradaki kısma geçermiş, ona göre bu sonu gelmeyecek bir çalışmaymış. Hatta bu “çılgın ve eşsiz hayalin ancak kendisinin ölümüyle sona ereceğini” söylemiş.
Sanatçı trajik bir şekilde öldükten sonraysa eser yarım kalmış. Sanatçı eserine başladıktan 23 yıl sonra 2013’te merdivenlerin üzerinde bedeninde yanık izleriyle beraber ölü bulunmuş. Ölüm nedeniyse, cinayet mi yoksa intihar mı olduğu bile, hala tam olarak bilinmiyor. Renk cümbüşlerine bayılan bir insan olarak burayı o kadar sevdim ki tur grubundan ayrıldıktan sonra akşam üstü merdivenlerin tamamını tırmanmak üzere tekrar geldik.
Bu arada Lapa yemek yemek için ekonomik sayılabilecek bir yer. Örneğin benim Confeteria Colombo’da 9,60 R$’a yediğim coxinha de galinhayı Escadaria Selaron’un dibindeki kafelerde çok daha ucuza bulabilirsiniz.
Tur grubuyla Cinelandia meydanında vedalaştık. Bu meydan tiyatro ve belediye binasının kesişiminde. Rehberimiz ertesi gün yani cumartesi burda başkanlık adaylarından birine karşı büyük bir protesto olacağını söyledi. Bunu duyar duymaz Rebecca’yı Brezilya siyaseti hakkında soru yağmuruna tuttum. O da gruptan ayrıldıktan sonra tüm öğleden sonrayı beni bilgilendirmeye ayırdı. Bir yandan protesto edilen ordu kökenli aday Bolsonaro üzerine konuşurken bir yandan da tramvayla Olimpiat Bulvarı‘na (Boulevard Olímpico) gidip döndük.
Bu bulvar da aynı şekilde olimpiyat öncesi kimsenin uğramadığı, herkesin çekindiği bir bölgeymiş. Olimpiyat zamanı boylu boyunca duvar resimleri yapılmış. Bunların en büyüğü Guiness rekorlar kitabına da giren, Brezilyalı sokak sanatçısı Kobra tarafından yapılan resim.
Akşam üstü yağmur başlayınca cumartesi sabahı yapacağımız Kurtarıcı İsa Heykeli tırmanınışının iptal olacağını anladım. Riolular bu tırmanış hakkında aşırı panik durumdalar. Yolunuzun kesilip soyulabileceğinize dair pek çok hikaye dolanıyor. 2016’da sahiden de yaşanmış böyle şeyler. O yüzden Rebecca ve ben kendimize cumartesi bu tırmanışı yapacak kalabalık bir grup bulmuştuk. Ne yazık ki yağmurdan sonra yolun kayganlaşacağını söyleyerek planı iptal ettiler. Üstelik Rebeccaya sorduğumda iki gün üst üste yağan yağmurun etkilerinin muhtemelen bir günde geçmeyeceğini, o yüzden tırmanışı pazar yapmamızın da pek olası görünmediğini söyledi. Hal böyle olunca hava muhalefetlerinden dolayı Rio’ya duyduğum kırgınlık gitgide artıyordu.
Keyfim hafiften kaçtığından en güzel ilacın Cachaça olacağına karar verdik ve soluğu yüksek alkollü ve yüzlerce değişik aromalı bu Brezilya içkisini bulabileceğimiz Casa de Cachaça’da aldık.
Ayrıca öncesinde Rebecca beni parti komitelerinden birine götürdü, başkanlık seçimi haftaya pazar olduğundan sokaklarda her yerde seçime dair bayraklar, çıkartmalar vardı. Parti komitesinde biraz oyalanıp parti stickerlarından almayı da ihmal etmedik. İtiraf etmeliyim, bu sticker işini epey sevdim.
Cachaça’dan sonra Brezilya lezzetleri turumuz ilk kaşıkta hastası olduğum Açaí ile devam etti. Açaí aslında meyvenin adı ama Brezilya’nın bu bölgesinde dondurma gibi tüketiliyor. Tek kelime ile ba-yıl-dım.
Son durağımızsa Botafogo’da Rebecca’nın arkadaşı Mariana ile buluştuğumuz Bar do Federal oldu. Burada nihayet ilk Caipirinhamı yudumladım. Geleneksel limonlu versiyonundan sonra ananaslısını, sonra da vodkalı versiyonu olan Caipivodkayı denedim. Beklediğimden daha sert bir içki çıktı ama kesinlikle sevdim.
Uber çağırıp eve döndüğümüzde yorgun, sarhoş ama Rio’ya kırgınlıklarımı biraz da olsa unutmuş durumdaydım.