8 günlük İzlanda yolculuğumuz Beste’yle bir gece öncesinden inip Doruk’u beklediğimiz ve sabahında da arabayı teslim aldığımız Keflavik havalanında başladı.Yağmur eşliğinde Golden Circle’ın ilk durağı Thingvellir Milli Parkı’na doğru giderken ülkeden ne beklemem gerektiğini ben de bilmiyordum açıkçası. Sadece daha önce Norveç’e dair de duyduğum ve pek çok İzlanda gezi yazısında okuduğum cümleyi tekrarlıyordum bizimkilere: İzlanda’da havayı mı beğenmedin? Öyleyse 5 dakika bekle. Ve zaman beni haklı çıkardı. Zamandan kastım da sahiden yaklaşık beş dakika bu arada. Biz henüz ilk durağımıza varmadan hava defalarca değişti, değişen şiddetlerle devam eden yağmura önce güneş sonra da gökkuşağı eşlik etti ve böylece ben hayatımdaki ilk tam gökkuşağını İzlanda’da görmüş oldum.
Ayrıca belirtmeliyim ki üç tane Game of Thrones hayranı olarak, gördüğümüz her yeri burda çekim yapılmış mıydı düşüncesiyle süzerek ve hangi sahne olduğu üzerine tartışarak geçiyorduk.
Beste’nin seyahat sonunda aldığı “I survived Iceland” yazılı magnettekinden biraz daha fazlaydı aslında bizim bu sekiz gündeki başarımız. Yalnızca her an her şeyin olabildiği bu Ateş ve Buzun Diyarı’nda değil, her an her yerden gelebilen Game of Thrones 7.sezon finali spoilerlarının arasında da hayatta kalmaya çalıştık biz bu bir haftada. Beste’nin spoiler yememek adına Game of Thrones dendiğini duyduktan sora İzlanda radyosunu kapatmışlığı vardı mesela. İzlandaca konuşulan İzlanda radyosunu evet.
Thingvellir Milli Parkı
İlk durağımız olan Thingvellir Milli Parkı Avrasya ve Amerika tektonik levhalarının birbirinden ayrıldığı; Vikingler tarafından dünyanın ilk demokratik parlamentosunun kurulduğu; Ygritte, Tormund ve daha nice wildling’in kamp attığı, 2004’ten beri UNESCO Dünya Mirası sayılan bir alan. Biz parkı tamamen yürümedik ve muhtemelen tümünü gezmek en az bir gün sürerdi. Öte yandan Reykavik’te satılan Golden Circle turlarındaysa buraya yarım saat civarı bir zaman ayrılıyor diye duydum. O da az be, diye geçirdim içimden. İlk defa bu parkta anladım mesela ben bazaltın ne kadar ihtişamlı bir şey olduğunu. İlerleyen günlerde bu düşüncem yüzlerce kez tasdiklenecekti. Biz yaklaşık iki saat geçirdik parkta ve içindeki şelaleyi de görmeye fırsat bulduk. Şelalelerin ülkesinde şelaleye doymayan insanlar adına alınmış doğru bir karardı bence.
Geysir
Bir sonraki durağımız Geysir oldu. İzlandacada gayzer anlamına gelen Geysir sözcüğü insana burayı isimlendirirken çok düşünmüşler mi diye sordurabiliyor. Ya da ülkedeki tek gayzer buydu ve bu yüzden adını Gayzer koymak çok mu mantıklı gelmişti diye düşünebiliriz fakat cevap veriyorum tek gayzer bu değildi. İşin tuhafı, “Geysir” diye adlandırılma şerefine nail görülmüş ve bu turistik bölgeye, buraya giden yol tabelalarına, burdaki souvenir dükkanına ismini vermiş Geysir isimli gayzerimiz bu aralar pek bir tembeldi ve gayzerliği hiç de üstünde değildi. Nitekim, orda bulunduğumuz 45 dk civarı süre boyunca bir kez bile püskürmeye tenezzül etmedi. Rehber kitabımda okuduğuma göre 1950lerde turistler Geysir’i tetiklemek amaçlı attıkları taş ve çöplerle bu gayzerin tıkanmasına neden olmuşlar. Ülkenin turistlere aptal gözüyle bakmasına, turistlerden bıkmasına şaşmamalı. Burada yine bir parantez açıp belirteyim İzlanda’da dünyanın pek çok yerindeki gibi gitgide artan bir turiste tahammülsüzlük gelişmiş. Çok fazla turist geldiğinden şikayetçi bu ülkeye geçen sene 6 milyon civarı turist uğramış. Sene boyunca. Toplam. Ve dayanamamışlar, fazla gelmiş. Ve biz İstanbul’da her gün 15 milyon kişi yaşıyoruz. Kapat parantezi kapat. Geysir, 2000 yılındaki depremler sonrası tekrar püskürmeye başladıysa da, sık olduğu söylenemezmiş. Neyse ki ismi daha az bilinen Strokkur bize doyurucu bir gayzer deneyimi sundu da boş dönmedik. Bölgede ayrıca irili ufaklı bir sürü başka sıcak su kaynağı var. Kimilerinin renkleri gerçekten görülmeye değer.
Gullfoss
Geysir’den sonra dümeni altın şelale anlamına gelen Gullfoss’a kırdık. Dökülürken insanı sırılsıklam edebilen ve havayı boydan boya su zerrecikleriyle dolduran bu şelale söylenene göre güneşli havalarda gökkuşağıyla beraber bir görsel şölen sunabiliyormuş. Google’dan da tasdik ettim, evet sunabiliyormuş. Ne yazık ki biz o kadar şanslı olamadık ve bulutların altında ıslandığımızla kaldık. Yine de şelalenin görkemi yeterdi diyerek bu kırgınlığı burda tatlıya bağlıyorum.
Kerid Krater Gölü
Golden Circle üzerindeki son durağımız da Kerid krater gölü oldu. Kapalı havada bile renkleriyle bizi büyüleyen bu gölü hem tepeden hem aşağıdan yürüyerek karış karış gezdik. Kayalara oturduk, dinlendik ve manzarayı izledik.Ayrıca gölün etrafındaki taşlaşmış lavlardan çokça toplayıp ceplerimize doldurduk -ki son gün Beste’yle Reykavik’te hediye dükkanlarında bunların oldukça pahalıya satıldığını görünce ne kadar da iyi yaptığımızı anladık. Kerid krateri bize muhteşem akustikli doğal bir amfitiyatro izlenimi verdi ve yalnız da değildik. Bizden önce başkalarına da aynı izlenimi vermiş olacak ki İzlandalı şarkıcı Björk burada bir konser vermiş.
Kerid’i de gördükten sonra arabamıza atlayıp güneye doğru yola koyulduk. Klasik Golden Circle turu Reykavik’e dönüşle sonlansa da bizim planımız ertesi gün güneyi keşfetmek olduğundan yol üzerinde bir yerlere park edip yatarız diye düşündük. Ana yoldan küçük bir yan yola sapıp arabayı park ettikten sonra Doruk’a çadırını kurmasında yardım ettik. Sonra ben de viskimi alıp arabanın arka koltuğuna yayıldım.
Not: Golden Circle rotasında saydığım ilk üç duraktaki hediyelik dükkanlar genelde pahalı da olsa uğramak isteyebilirsiniz. Özellikle Wifi kullanmak ve su şişelerimizi doldurmak açısından bize epey faydalı oldular.