Geceyi Hvolsvöllur ve Seljalandsfoss arasında bir yerde biz arabada Doruk çadırda geçirdikten sonra sabah yanımızdaki ton balıkları, ekmek ve nutellalarla kahvaltımızı yaptık. Hem ulaşım hem konaklama aracı olarak etinden sütünden faydalandığımız arabanın, kaportasını da açık havada kahvaltı masasına çevirerek ödediğimiz paranın sonuna kadar hakkını verdik. Sonra da ver elini Seljalandsfoss.
Seljalandsfoss
Güney İzlanda rotamız fotoğraflarına baktıkça bile bizi heyecanlandıran şelalelerle doluydu. Arkasından dolaşılabilmesiyle ünlü şelale Seljalandsfoss’un insanı sırılsıklam etmesi hakkında aldığım uyarıları yeterince ciddiye almadığımdan kameramın lensinden içeri bir hayli su girmiş olarak döndüm bu şelaleden. Ha yine olsa yine dolanırım arkasından o ayrı, ama hem sağlam bir yağmurluk hem de telefon ve makinalar için su geçirmez kılıf yoksa bu tarz cengaverliklere girişmemekte fayda var. Makinenin içindeki su buharının temizlenmesi bir gün sürünce benim de aklım başıma gelmiş oldu.
Skogafoss
Sonraki şelalemiz benim en sevdiğim şelale olan Skogafoss’tu. İzlanda gibi her şelalesini birbirinden güzel bir ülkede aslında bu zor bir seçim oldu. Fakat uzaktan bizi karşılayışıyla, şelalenin kaynağına doğru uzanan yürüyüş rotasıyla ve de yol boyu dönüp dönüp baktığım manzarasıyla Skogafoss bende ayrı bir yer edinmeyi başardı. Şelaleye varınca, Beste’nin önerisiyle önce tepesine çıkalım, zor kısmı başta halledelim, sonra nasılsa aşağıya inip ağız tadıyla sırılsıklam oluruz dedik. İyi ki de demişiz çünkü daha baştan ıslanacağımız aksi bir güzergah hastalanmamızla sonuçlanabilirdi. Gerçi İzlanda’yı gezmek zaten hastalanmakla sonuçlanabilecek bir eylem, bu konuda bir anlaşalım. Bitmeyecekmiş gibi gelen basamaklarla dere tepe düz gidip Skogafoss’un tepesine varınca öncelikle biraz dinlenip şelalenin akışını izledik.
Anladığım kadarıyla standart şelale turu bu noktada bitiyordu ama biz tabi ki bu noktada bitirmedik ve şelalenin kaynağına doğru giden yürüyüş yolunu takip ettik. Bu yolu kamp ekipmanlarıyla sonuna kadar yürüyen pek çok insan olsa da biz yarım saat kadar yürüdükten sonra döndük. Ama bu yürüyüşte de nefis manzaralar mı görmedik, şelalenin kaynağını ararken yeni şelaleler mi keşfetmedik, yoksa yeşilin İzlanda’daki en güzel tonlarıyla mı karşılaşmadık?
Yeşilin tonundan söz etmişken bu konuda bir iki kelam etmeden geçmek istemem. Gezinin ilk gününden itibaren İzlanda’nın mı yoksa Norveç’in mi daha güzel olduğuna karar vermeyi Beste’yle kendimize dert edindik. Benim içimde adeta kıran kırana geçen ve favorinin her an değiştiği bir mücadele sürdü durdu. Beste ve Doruk’u da sıkça güncelleyerek içimde yaşanan gelişmelerden haberdar ediyordum. Öte yandan Beste gezinin sonuna kadar susma hakkını kullandı. İlk zamanlardan beri hemfikir olduğumuz şey ise İzlanda’daki yeşil tonunun bizi çok tatmin etmediğiydi. O bakımdan, Skogafoss’ta yakaladığım ve normalde çok efsane sayılmayan ama İzlanda ortalamasının üstünde diyebileceğim bu ton, belki de Skogafoss’un benim aklımda bu kadar yer etmesinde etkili oldu.
Not: Mevsimden mevsime ton değişikliklerinden blogumuz sorumlu değildir.
Geldiğimiz yoldan dönmek suretiyle tepeden indik ve bir tur da aşağıdan seyretmek ve fotoğraflamak adına, ıslanmak pahasına şelalenin dibine kadar geldik.Tam o anda çıldırmış gibi esen rüzgar sağ olsun, ıslanmanın hakkını bir kez daha verdik. (Fakat kabul edelim güzel ıslandık.)
Solheimasandur Uçak Enkazı
Skogafoss’tan Dyrholaey’e giderken yol üstünde olan Solheimasandur Uçak Enkazı da görülecekler listemizdeydi. ABD’ye ait, 1973’te düşen bir uçağın enkazının bulunduğu sahil günümüzde İzlanda’yı ziyaret eden turistlerin ilgi odaklarından biri durumunda. Kazada hiç can kaybı yaşanmamış olması da bize gönül rahatlığıyla komikli şakalı fotoğraflar çekme, goygoylar çevirme imkanı sunuyor. Gerçi kaza anının kazazedeler için dehşetle dolu olduğu gerçeği yine de değişmiyor ama sanırım hiçbir şey de insanları ölüm karşısında olduğu kadar derin susturamıyor. Niyetim yargılamak değil aslında. Aksine ölüm karşısında büründüğümüz bu tuhaf sessizliğeydi hep benim şaşkınlığım.
Ana yoldan uçak enkazının bulunduğu sahile ulaşım yaya olarak veya bisikletle sağlanıyor. Eğer bizim gibi rüzgarlı bir günde yürüyorsanız, çok da eğlenceli bir yol olduğu söylenemez. Şarkılarla ve kelime oyunlarıyla başladık yürümeye. Fakat düzgün sayılabilecek kısımları bile epey taşlı olan bu 4 km’lik yol bir yerden sonra bizim için rüzgarda uçmama, yürürken uyuyakalmama ve enerji kaybını minimumda tutma mücadelesine döndü. Özellikle dönüş kısmı daha sessiz, daha hızlı ve ana yola bakıp iç çekmek suretiyle geçti sanırım. Gittiğimize kesinikle değdi, ama eğer hayaliniz düşen uçağın enkazını yalnız ve ıssız bir sahilde fotoğraflamaksa gideceğeniz saatleri iyi seçmenizi öneririm. Günün erken saatleri veya gece saatleri gibi…
Dyrholaey ve Reynisfjara
Solheimasandur’dan sonra beni gezinin en çok heyecanlandıran duraklarından ikisi vardı sırada. Gerçi hangisi heyecanlandırmıyordu ki! Dyrholaey dalgaların kıyıya vuruşunu seyretmeye doyamadığım, siyah kumlara ve kocaman kayalık oluşumlarına sahip bir bölge. Bir tarafta Reynisfjara plajına doğru uzanan sakin kumlar ve sivri kayalıklar, diğer tarafta kumların ve beyaz dalgaların az ilerisinde yer alan devasa su kemeri… Hava kapalı ve rüzgarlıyken tadından yenmeyen bir manzara…
Dyrholaey platosu üzerinde uzunlu kısalı birkaç yürüyüş yolu var. Benim siyah kayalara vuran köpürmüş beyaz dalgalardan başım dönmüş olsa gerek, çok da düşünmeden su kemerinin olduğu tarafa yürümeye başladım. Tabi bu yol diğer patikalara göre bir tık uzun ve nereye vardığı belirsiz olduğundan Beste ve Doruk başta biraz şüpheli yaklaştı değip değmeyeceğine. İrice taşlara basarak yürüyüp küçük bir tepeyi aştıktan sonra solumuzdaki uçurum manzarasını görünce değeceğine kanaat getirip devam ettik. Bir süre okyanusu izledikten sonra geldiğimiz yoldan inişe geçmiştik ki Doruk’un şu sorusuyla durduk: “Şu ilerdekiler sizin kuşlar mı?”
Bizim kuşlardan kastı izlanda’nın meşhur simaları puffinler oluyordu. Beste’yle beraber zincirlerin üstünden atlayıp Doruk’un gösterdiği kuşlara doğru yaklaştık. (Evet biliyorum, tipik bir aptal turist davranışı, ama puffin!!) Tabi bizi görünce 4-5 kişi daha geldi arkamızdan. Zaten İzlanda tam da turist davranışlarını gözlemlemek için ideal bir yer bu bakımdan. Rastgele bir yerde arabayı durdur ve bir yöne bak, en az üç araba daha durup aynısını yapacaktır. Gezi boyunca durakladığımız her yol kenarının, girdiğimiz her mağazanın, çıktığımız her tepenin nasıl bir anda insanla dolduğuna hayretle şahit olduk. Bir süre 20 yıllık doğa fotoğrafçısı tripleriyle yerlere uzanarak puffinleri fotoğrafladıktan sonra sağ salim patikamıza döndük.
Sonraki durak olan Reynisfjara plajı için arabaya atladık. Reynisfjara, Dyrholaey’e oldukça yakın. Burası da beni en az Dyrholaey kadar büyüledi. Henüz otoparkla plajın birleştiği yerde duruyorken ve karşımızdaki manzarayı Doruk’un deniz kızlarına dair anlattığı bir hikaye eşliğinde hayran hayran seyretmekteyken, “Merhaba” diyen bir sesle, denizde balık kuyruklu kadınların yaşamadığı dünyamıza döndük. Kafamızı çevirdiğimizde maceracı ruhunu bedenine de, giyimine de işlemiş bir genç selamladı bizi. Henüz bunun Kaz dağları’nı delip Gobi çölleri’ni aşmış gezgin kaybolanadammert yani Mert Gültekin olduğunu ve kendisinin ilerleyen günlerde İzlanda rotasından koyacağı fotoğraf ve story’lerle bizi epey kıskandıracağını bilmiyorduk. Mert bize hikayesinden ve kendi rotasından bahsetti kısaca. Kışın bile bu ülkede çadırda kalmış birine üşümüyor musun diye sormanın boşunalığını, ikinci gelişinde bile dört hafta ayırmış olmasının hayretini yaşattı bize bu kısa sohbette.
+Bu arada bizde araba var, istersen sonraki durağına bırakabiliriz.
-Yok şimdilik buradayım, eşyalarım mağarada, karnımı doyurmayı düşünüyorum sadece bir an önce.
Böylece o resim yaparak karnını doyurmak için restorana biz de henüz ucundan bir bakış atmış olduğumuz siyah kumsala yöneldik. Siyah kayaların beyaz dalgalara karşı haklı mücadelesini yakından izleme fırsatı sunması bile yeterince iyiyken bir de buna kıyıda oluşmuş muhteşem bazalt sütunları eklenince Reynisfjara benim için İzlanda’nın Norveç’e attığı gollerden biri oldu.
Vik
Şehir hayatında gözümüz olmadığından Vik’te yalnızca benzin almak, market alışverişi yapmak ve karnımızı doyurmak için durduk. Bütçemize dikkat etmekte kararlı da olsak birkaç İzlanda lezzeti denemek konusunda baştan anlaşmıştık. Akşam yemeğini Vik’te benzinliğin yanındaki bir bistroda yedik, telefon ve kamera bataryasını şarj ettik. Sonra tekrar yollara düştük ve uyuyabileceğimiz bir köşe bulunca da kenara çektik.
Güney İzlanda’daki ikinci günümü merak edenler şuradan devam edebilir.