Yeni yılı yurt dışında geçirmek dolar ve euro bu kadar yükselmeden önce çoğu gezginin asla pas geçmediği bir aktiviteydi. Gerçi bütçesi geniş olan ya da bütçeyi kısmanın yollarını bilenler için hiçbir şey engel değil o ayrı konu. Fakat genelde Paris, Viyana, Londra, Berlin gibi büyük başkentler veya Cermen ülkeleri tercih edilirken ben yurt dışındaki ilk yılbaşımda soluğu Dubrovnik’te aldım.
Tabi ki genelde büyük şehirlerin veya Almanya, Avusturya gibi ülkerin tercih edilmesinin bir nedeni var. Öncelikle büyük şehirlerde yeni yıl gecesi için daha büyük çaplı organizasyonlara denk gelmek çok olası. Ayrıca Türkiye’den veya diğer ülkelerden yılbaşı kaçamağı niyetiyle çıkanlar tatillerini genelde 23-24’ünden yola çıkarak yani Noel tatiliyle birleşecek şekilde ayarladıkları için Noel’in daha geleneksel biçimde kutlandığı Cermen ülkeleri oldukça mantıklı bir seçim oluyor. Örneğin İtalya’da bile Noel ruhunun en iyi hissedildiği yer, ülkenin en büyük Noel pazarının da kurulduğu, eskiden Avusturya’ya ait olan ve hala büyük ölçüde Almanca konuşulan Bolzano şehriydi. Noel zamanını Avrupa’da geçirecek olanlara benim de tavsiyem planlarını buna göre yapmaları olacaktır.
Bense İtalya’daki stajıma ara verip kendime daha önce ziyaret etmediğim Avrupa kentlerinden bir Noel-Yılbaşı rotası çizdim. Rotanın detayından başka bir yazıda bahseder miyim bilmiyorum ama gelin rotanın son ve en güzel durağından konuşalım.
Neden Dubrovnik?
Gözümün nuru Plitvice yazımda da bahsettiğim gibi, Hırvatistan’a karşı bütünüyle asılsız önyargılarımdan dolayı Dubrovnik de ülkenin kalanı gibi önceki Avrupa gezilerimde es geçtiğim bir şehirdi. And then Game of Thrones happened. Yani diyeceğim o ki, tıpkı İzlanda veya İspanya gezilerimde olduğu gibi bu kararımda da Game of Thrones’un rehberliği etkili oldu.
Dubrovnik’e Ulaşım
Dubrovnik’e Türkiye üzerinden direkt ulaşım var mı bilmiyorum çünkü benim Plitvice’den sonraki durağımdı kendileri. Split’te tek gecelik konaklamadan sonra ertesi sabah yine GoEuro’dan aldığım biletle (120 HRK) 4 saatte vardım. Dubrovnik’ten staj yaptığım İtalya’ya dönüş ise önce otobüsle Split’e giderek, buradan da 45 euro’ya gemiyle Ancona (İtalya’ya) geçerek oldu.
Dubrovnik’te Konaklama
Gezilerimi ya günübirlik tuttuğumdan ya da couchsurfing kullandığımdan çoğunlukla cevapsız bıraktığım bir konudur konaklama. Ama canım Dubrovnik’te iki gün kaldım ve şehir surlarının içinde kalmak istediğimden de bir hostelde konakladım. Çok da iyi yaptım, çok da güzel yaptım. O yüzden şimdi size şehrin surlarının içinde muhtemelen kalabileceğiniz en uygun konaklamayı söylüyorum: Hostel Angelina Old Town. Sonradan öğrendim ki bu hostelin antik şehrin içinde iki tane şubesi varmış: biri şehrin ana meydanına yakın, diğeri daha uzakta taa merdivenlerin tepesinde. Tabi ki benimki ikincisiydi! Eğer orada konaklayacaksanız hostelin mailde tarif ettiği yoldan aman diyim şaşmayın, surların dışından dolanın, sonra trilyon tane merdiven çıkmak zorunda kalıp bana küfretmeyin. Bu arada 30-31 Aralık için iki geceliğine verdiğim toplam ücret 66 euroydu, bu kıyağımı da unutmayın.
Dubrovnik’te 2 gün
Yine sizi ara ara “bana ne bundan” dedirtecek detaylara boğan anlatımımla işte Dubrovnik’teki 2 günüm. İlk gün Dubrovnik’e öğlen 12 gibi vardığımdan ve hostelde biraz soluklanıp ancak 2 gibi kendimi şehre attığımdan, şehrin surlarını ilk gün gezmek istemedim, zira 4’te kapanıyorlardı. İşin güzel tarafı 31’inde de ziyarete açık olmalarıydı. Öyle olunca sokaklarda dolanıp bir şeyler atıştırdıktan sonra elimde harita soluğu “walk of shame“in yapıldığı Jesuit merdivenlerinde aldım. Bu kadar da popüler kültüre düşmüşüm işte, shame on me o zaman.
Ne yazık ki cebinizde diziden fotoğrafları taşımıyorsanız ve set lokasyonlarını detaylı araştırıp harita üstünde not almadıysanız diğer Game of Thrones mekanlarını bulmak İspanya veya İzlanda’daki kadar kolay olmuyor.
O yüzden merdivenleri gördükten sonra ısrarlı bir Game of Thrones kovalamacasına girişmek yerine şehirde dolaştım. Taş sokaklar, dar ve dik merdivenler, tenteli ufak kafelerle Dubrovnik her şeyiyle bana hitap eden bir yer. Şehri ikiye bölen Stradun caddesinden saptığınız her ara sokak yeni bir görsel şölen, yeni bir hayranlık sebebi.
Güneş batarken ben de ilk günkü gezintimi şehrinin Çan Kulesi‘nin yanındaki Ploce Kapısı‘ndan geçip Eski limanın etrafından dolandıktan sonra, kayalıklara oturup gün batımını izleyerek geçirdim.
Akşam yemeği için gün içinde gezerken veya hostelde tanıştığım Hindistan, Çin ve İngiltere’li gezginlerden oluşan bir grupla birlikte Onofrio Çeşmesi’nin yanından geçip Pile Kapısı‘ndan surların dışına çıktık. Klasik mantıkla, turistlerden uzaklaştıkça daha ucuz ve yerel tatlar bulabileceğimizi umuyorduk fakat 30 Aralık gibi bir tarihte turistik yerlerden uzaklaşmak çok iyi bir fikir değilmiş ki nereye baksak ya kapalı ya da pahalıydı. Biz de tıpış tıpış Old Town’umuza dönüp bir pizzacıya oturduk. Kutlamalar ve konserler 30 Aralık’tan başlamış olsa da enerjimizi ertesi güne saklamak adına gece 1 gibi hostellere dağıldık.
İkinci gün ilk işim surlara gitmek oldu. Malum size şunu kesin yapın, bunu kesin yiyin demekten hoşlanmıyorum. Çünkü birincisi zevkler ve renkler tartışılmıyo (tartışınca ben zaten bi celalleniyorum), ikincisi BANA NE Kİ YANİ! Fakat şunu söyleyebilirim, surları gezmek biraz pahalıya mal olsa da gezmemek hayatımın hatası olurmuş. Ben lafımı ortaya koyarım, alınan alınır diyorum. Surların tamamının gezmem iki saatten biraz fazla sürdü, o yüzden eni konu başladığınız noktaya dönecek de olsanız erken kalkıp yol almakta fayda var azizim. Tabi bu kadar uzun sürmesinde “ay dur şurayı da çekeyim” demelerimin, “excuse me, can you take our photo” diyen turistlerin, “hıı bura güzelmiş dur ben de geçem, siz de beni çekin” reaksiyonlarımın da etkisi yadsınamaz.
Şimdi size iyi, hatta harikulade haberi söylüyorum: Surlar için aldığınız biletle Lovrijenac Kalesi‘ne de gidebiliyorsunuz, hatta giderken yol üstünde Game of Thrones’dan tanıdık bir manzara da görebiliyorsunuz, hatta kalede de 31 Aralık olmasına aldırmayıp bir güzel güneşleniyorsunuz.
Güneşi ve tabi kalenin nefes kesen manzarasını görünce şımardığımdan kaleden kovulana kadar orda durdum ben de. Gün batımından sonraysa şehre dönüp gece hazırlıklarına giriştim.
Sağ olsun canımız hostelimizin bazı çalışanları ve onların bazı minnoş arkadaşları gönüllü olup 8 euro karşılığında bize yemeli-içmeli bir etkinlik hazırlamıştı gece için. Ama tabi yılbaşında az alkol almak diye bir şey olamayacağından, Hindistanlı ranzadaşım ile ikimiz Hırvatların (ve Balkanların) meşhur içkisi Rakija‘ya girmeye karar verdik. Rakija Hırvat rakısı olarak bilinse de aslında bizim rakımızla alakası yok, anasonsuz, boğazdan aşağı inerken karşılaştığı tüm hücrelerinizi şöyle bir dürtüp uyandıran, yüzünüzde kekremsi bir ifade bırakan bir içki. Rakijamızı aldıktan sonra hostele geçtim ve hazırlanıp aşağı indik.
Birkaç saat hostelde vakit geçirdikten sonra şehre inilecekti fakat ben çantamı ayarlarken o kadar oyalandım ki, esas hostel grubunu kaybedip geceyi organize edenlerin grubuna kaldım. İşte en iyi gecelerimden birini geçirdiğim insanlarla da böylece tanıştım. 23:30 gibi birlikte meydana konsere indik ve gece yarısında havaifişekleri beraber izledik. Sonra saatlerce şehri dolaşıp sokaklarda dans ettik. (Rakija bende kaldığından, parasını da henüz almadığımdan, onu bir güzel yanımdakilerle içtik.)
Neyse ki Split otobüsüm 11deydi de ertesi çok erken kalkmak zorunda kalmadım. Ve yeni yılın ilk sabahında, bu dünya harikası şehrin sokakları hüzün verici bir boşluktayken, sessiz ama dramatik bir şekilde o görkemli Pile şehir kapısından çıktım, çünkü görkemli şehir kapısı bulmuşum abi tabi ki dramatik bir hisle çıkıcam, ve şehirden ayrıldım.
Not: Vaktiniz ve bütçeniz genişse teleferikle şehre tepeden bakmak ve Lokrum Adası’nı keşfetmek de önerilen diğer aktiviteler.
01.01.2018