Gezdikçe daha çok lanet ediyor insan sınırları inşa ettiğimiz güne. Kendi çektiğimiz çizgileri aşmaya korkar hale geldiğimiz güne. İçimizde dışımızda fark etmez, aşmamaya ve taşmamaya çalıştığımız o kadar çok çizgi var ki. Ve bedenlerimiz bulundukları kabın şeklini almaya, bulundukları ülkenin sınırında kalmaya karşı ne kadar direniyorsa, ruhlarımız da o kadar yoruluyor o “doğal” zannettiğimiz insan yapımı sınırların arasında.
Gezdikçe daha çok diyorum, tüm sınırlar yıkılsın. Gecenin bir saati, adı “arkadaşlık” olan bir köprünün üzerinden yürüyerek Brezilya’dan çıkıp Paraguay’a girerken diyorum şu komik icatlarımız bir bitsin. Hop Brezilya’dayım, hop Paraguay’da. İstiyorum ki sınırlarla ayrılan, ayrıştırılan ne varsa bir araya gelsin.
Ama öyle bir sınır var ki içlerinde benim de kısa süre önce burda tanıştığım… Tek bir sınır var tam Brezilya, Arjantin ve Paraguay’ın birbirinden ayrıldığı yerde “yıkılsın” demeye kıyamadığım. Iguazu Şelaleleri. Güney Amerika’dayım diye mi bilmiyorum -ya da Victoria kadar doğaya ve spiritüelliğe inanan bir insanla birlikte ziyaret ettim burayı diyedir belki de, hatta günlerdir bu konular üzerine epey konuştuğumuzdan da olabilir- ama o kadar insanın ruhuna dokunan bir enerjisi vardı ki bu yerin, “yok yaaa ben inanmam öyle antin kuntin şeylere” diyemedim.
Şelale sesleri arka fonda konuşmalarımızın bir parçası oldukça, Inferior Circuit boyunca her şeyim tepeden tırnağa ıslandıkça, Garganta del Diablo’dan dönerken yüzümdeki gülümseme azalacağına arttıkça doğa üzerine, enerji üzerine daha çok kafa yorarken buldum kendimi. Sadece yer çekiminin gereğini yerine getiren bir su kütlesinin bana nasıl bu kadar iyi gelebildiğini düşündüm. Saatlerdir ıslak halde yürürken yorulacağıma nasıl dinlenebildiğimi düşündüm. Bir önceki gün, yağmurdan kaçıp güneşe varınca bulduğum mutluluğa rağmen şimdi bir anda neden sırılsıklam olmak isteğiyle dolduğumu düşündüm. Güneş enerjisiyle nasıl şarj olduğumu, gök gürültüsünü neden bu kadar sevdiğimi düşündüm. Belki bunları anlamaya vaktim veya şu anki olgunluğum yetmeyecek. Belki bu sorular zamanla önemini yitirip pek de ilgimi çekmeyecek. Belki bugün düşündüklerim yarın komik gelecek. Belki gereken vakti ve özeni vermeyeceğim doğayı ve enerjiyi anlamaya. Belki anlasam bile hayatımı buna göre şekillendirmeyeceğim de zaten. Ama Iguazu Şelaleri’ni gezerken burada inkar edemeyeceğim kadar büyük bir hareket ve enerji olduğunu hissettim. Doğanın bir ruhu olduğunu size ispatlayamam, ama olduğunu gözümle gördüm.
İnternette en ilginç ülke sınırları tarzı içeriklerde sık sık yerini alır Iguazu da. Peki bir sınır bu kadar mı özgürleştirir insanı? Sınırlarından bu kadar mı güzel arındırır? Ölmeden yeniden doğmaya bu kadar yaklaştırır? Sağdan soldan duyduğumuz cennet tasvirleri, fantastik filmlerde gördüğümüz ölümsüzlük nehirleri, dalgalar üzerinde seyrederken bir anda açılan yeni dünyaların hikayeleri, sanki hepsi hep Iguazu’yu anlatmış. Ya da ben ilk defa bu kadar büyük bir şelale görünce kafayı yedim hepsi bu. Hangisi olduğunun çok da bir önemi yok zaten, çünkü herhangi bir cevap o an orada içimde hissettiklerimi değiştirmeyecek asla. O yüzden dünyanın en güzel sınırı olabilir Iguazu. Ve böylesi güzellikte bir yer Arjantin’i Brezilya’dan ayırıyorsa varsın bu iki ülke hiç bir araya gelmesin diyebilir insan. Ne olacak sanki onlar hiç kavuşamasa?
Şelalelerin Hikayesi
Sihirli bir yer olduğuna yemin edebileceğim Iguazu Şelaleleri’ne dair eski bir efsaneden bahsederek başlayayım o zaman. Malum Avrupalılar dünyayı yeniden keşfetmeden önce de bir dünya vardı burda. İspanyolların gelişinden önce Iguazu çevresinde yaşayan halka Guaraniler deniyor. Eski halkların tümünde olduğu gibi Guarani inanışında da doğaya ve haliyle de nehirlere büyük saygı varmış. Efsaneye göre her yıl Guarani Kabilesi, Iguazu Nehri’nde (evet o zamanlar buralar hep nehirmiş şelale değil) yaşadığına inandıkları Yılan Tanrı M’Boi’ye bakire bir kız kurban ederlermiş. Üstelik bu kızlar sadece kurban edilmek üzere yetiştirildiğinden bu geleneğe tek bir kişi bile karşı çıkmıyormuş. Ta ki M’Boi, “kurbanlık” bir kız olmayan ve komşu kabilenin güçlü savaşçılarından Taruba ile evlenmek üzere olan Naipi’ye aşık olana kadar.
Kabile büyükleri tüm Tanrıların en kudretlisi Tupa’nın oğlu M’Boi’yi kızdırmaktan öylesine korkmuş ki Naipi’nin kurban edilmesi için gerekli hazırlıklara hemen girişmişler. Naipi, bu karar karşısında Taruba’ya olan aşkından dolayı perişan durumdaymış. Taruba ise Naipi’yi kaderine terk etmemeye kararlıymış. Aşıklar Iguazu nehrinde buluşup uzaklara kaçmaya karar vermişler, fakat ne yazık ki M’Boi sandala binerlerken onları fark edip peşlerine düşmüş. (Ki bana sorarsanız M’Boi Iguazu nehrinde yaşayan bir Tanrıysa bu deliler neden karadan değil de nehirden kaçıyor, çok saçma olacağı buymuş tabi).
Taruba (kaslı bir arkadaşımız olarak) küreklere olanca gücüyle asılmış ve M’Boi ile aralarındaki mesafeyi korumayı başarmış. Tabi bizim Yılan Tanrı bunu hazmeder mi, öyle bir sinirlenmiş ki, boyu uzayıp nehrin boyunu aşmış. M’Boi dalgalandıkça nehirde yeni kıvrımlar oluşmuş. Sandal ileri geri sallanıp dursa da Taruba pes etmeden kürek çekmeye devam etmiş. Nihayet M’Boi o kadar sinirlenmiş ki öfkesinden nehrin dibini yarmış. Nehir açılan yarığa dolmuş ve sandal girdaba sürüklenmiş. Taruba sandaldan rıhtıma doğru savrulurken Naipi sandalda kısılı kalmış ve tam zemine çarpmak üzereymiş ki M’Boi onu kaçamaması için kocaman bir kayaya dönüştürmüş. Taruba dönüşümü fark ettiğinde uzanıp Naipi’yi kurtarmaya çalışmış fakat uzattığı elleri M’Boi tarafından toprağın derinliklerine çekilmiş. Parmakları o kadar derine sürüklenmiş ki sonunda kök şeklini almışlar ve Taruba şelalenin tepesinde bir palmiye ağacına dönüşmüş.
Bu M’Boi’nin intikamıymış. Böylece aşıklar sonsuza kadar bir şelale tarafından ayrılacaklar; birbirlerini görecekler, ama asla dokunamayacaklarmış. Denilene göre M’Boi bugün hala şelalelerin, adı “Şeytanın Boğazı” anlamına gelen Garganta del Diablo noktasında yaşıyor, kayayı ve palmiye ağacını izliyor ve bir araya gelmediklerinden emin oluyormuş. Naipi ve Taruba ise asla bir araya gelemeyecek olsalar da Brezilya tarafındaki palmiye ağacından başlayıp Arjantin tarafındaki büyük kayaya kadar uzanan büyük bir gökkuşağı oluşturarak hala birbirlerine aşklarını göstermeyi başarıyorlarmış. (E boşa demiyoruz ‘love wins’ ?)
Iguazu Şelaleleri’ne Ulaşım
Iguazu Şelaleleri’ne üç ülkeden de ulaşmak mümkün. Arjantin tarafını ziyaret etmek için gitmeniz gereken şehir Puerto Iguazu. Brezilya tarafındaki en yakın şehir ise Foz do Iguaçu. Eğer şelalelere Paraguay’dan katılıyorsanız Ciudad del Este’ye gelip buradan kara yoluyla yukarıdaki iki şehirden birine ulaşmanız gerekiyor. Puerto Iguazu ve Foz do Iguaçu şehirlerine Arjantin ve Brezilya içinden ise hem hava hem kara yoluyla ulaşım sağlanıyor. Uyarıyorum, ucuz bir yolculuk olmayacak. Buenos Aires, Sao Paulo, Rio de Janeiro gibi şehirlerden kara yoluyla ulaşacaksanız kısa bir yolculuk da olmayacak. Ama biz o kadar şanslıydık ki Victoria ile Curitiba’dan buraya otostopla 11 saatte vardık.
Tabi ki yukarda bahsettiğim şehirlere varmakla bitmiyor dertler de masraflar da. Buradan bir de Iguazu Milli Parkı’na girmesi var. Parkın Arjantin tarafını ziyaret etmek 600 pesos, Brezilya tarafıysa 60 R$ civarı. Tabi bunlar benim için geçerli ücretler. Victoria Venezuelalı olduğu için daha uygun fiyata girebiliyordu. İşler bütçemizi çok aşmaya başlayınca biz şelalelerin Arjantin kısmıyla yetinmeye karar verdik. Foz do Iguazu’dan (Brezilya) Puerto Iguazu’ya (Arjantin) ulaşmak için 6 R$ (60 pesos) verdik. Otobüs sınırda duruyor, pasaportunuzu damgalatıp tekrar biniyorsunuz. Puerto Iguazu’dan parkın girişine ulaşmak ise 130 pesos. Kalabalıksanız özel araçlarla pazarlık yapıp daha ucuza da gidebilirsiniz. Tabi bunun bir de dönüşü var. Anlayacağınız sırf Arjantin tarafını görmek bile epey tuzluya mal oldu bize.
Iguazu Şelaleleri için Konaklama
Yukarda bahsettiğim üç şehirden birinde en azından bir gece konaklamak mantıklı olacaktır. Biz couchsurfingden host bulmaya vakit ayıramadığımızdan Foz do Iguaçu’da bir otelde kaldık. Hostelde değil otelde evet. Şehirde 5 dolardan başlayan hosteller vardı. Kaldığımız otelse kişi başı 8 dolar (32 R$) civarı tuttu ve hem şelalelere hem Paraguay sınırına daha yakın bir yerde, iki kişilik bir odada, açık büfe kahvaltı dahil konaklamış olduk. Puerto Iguazu ve Ciudad del Este’deki konaklama seçeneklerini araştırmadım ama Ciudad del Este daha ucuzdur diye tahmin ediyorum.
Brezilya vs. Arjantin: Kim alır?
Bunu bir futbol maçı için sorsam herhalde dünyayı ortadan ikiye bölebilirim. Ama aynı soruyu şelaleler için sorduğumda oy çokluğuna ulaşmak pek de zor olmuyor ve okuduğum tüm blog yazılarının, tripadvisordaki ziyaretçi yorumlarının, tanıştığım diğer gezginlerin bana verdiği yetkiye dayanarak kupa Arjantin’e gidiyor. Şelalelerin hangi tarafı daha güzel diye birine sorarsanız alacağınız sabit cevap şudur: Brezilya tarafı daha panoramik, manzara açısından daha güzel; Arjantin tarafı şelalelere daha yakın, daha iç içe. Bizden daha önce gezenlerin tecrübeleriyle sabit ki Arjantin tarafını gezmek Brezilya tarafını gezmekten çok daha uzun vakit alıyor. Ama sadece bir günüm var hangisine ayırayım derseniz, yeterince erken başlarsanız ikisi de yetişir derim. Öte yandan bizim kendi tecrübelerimizle sabit ki Arjantin tarafında da güzel panoramalar yakalanabiliyor. O yüzden, az param var hangisine ayırayım derseniz, ben Arjantin derim. Not: Kuru kalmak isteyenlere Brezilya tarafını da tavsiye edebilirim düşününce.
Puerto Iguazu’da 1 gün
Yukarda da bahsettiğim gibi biz tercihimizi Arjantin’den yana kullandık ve çok da mutluyuz, hiç de pişman değiliz. Haritada Arjantin tarafı, eski efsanede kız tarafıyız haliyle. Naipi’nin gözünden bakıyoruz şelalelere.
Şelalelerin Arjantin tarafıyla ilgili vereceğim ilk ve en önemli tavsiyeyse tüm sitelerce, hostellerce, şöforlerce yanlış bilinen bir bilgiyi düzeltmek üzerine. Muhtemelen kime sorsanız Brezilya’da bileti kartla alabileceğinizi ama Arjantin’de nakit gerektiğini söyleyecek. Oysa bu doğru değil arkadaşlar, Arjantin’de de park biletinizi kredi kartıyla alabiliyorsunuz. Yalnızca gören değil ödeyen biri olarak da söylüyorum.
Biletimizi aldıktan sonra parka girdik. Yer yer internet mevcut, yeme-içme içinse hamburger, empanada ve subway sandviç bulabileceğiniz çokça büfe var parkın içinde. Park içindeki tüm musluk suları içilebiliyor. Şelalelerin birçok noktasına yürüyüş rotalarıyla ulaşılabildiği gibi parkın en önemli, efsaneninse en hüzünlü noktası olan Garganta del Diablo’ya saatte 5 km hızla (kesinlikle şaka yapmıyorum) giden bir trenle de ulaşılabiliyor.
Ücretsiz tren bulmuşken güneş altında yürümek yerine atlayıp son istasyona kadar gittik. İner inmez sarı kelebekler karşıladı bizi, çok değişik bir faunası var buranın. Bu noktadan Garganta del Diablo’ya ise kısa bir yürüyüşle ulaşılıyordu. Şelalelerin internette onlarca fotoğrafını, Garganta del Diablo’nun instagramda onlarca videosunu görmüş biri olarak epey hazırlıklıyım sanıyordum ama hayır, tarifi yok, nutkum tutuldu oraya varınca. Turistik sezonda olmadığımızdan şanslıyız ki çok kalabalık değildi ve doya doya izledik burdan suyun akışını. Doya doya dediysem bayağı uzun izledik ama. Suyun dört bir yandan gürül gürül akışıyla her yer öyle bir köpürüyor, öyle bir su buharı kaplanıyordu ki, suların döküldüğü yeri, “şeytanın boğazını” dibine kadar göremiyordunuz haliyle. İşte o zaman, su buharlarının içerisine doğru pike yaparak inip çıkan kuşları delicesine kıskanabiliyordunuz.
Belki bir kuş olup suyun döküldüğü yere kadar inemedim ama Garganta del Diablo’dan dönerken, emin olun, kuşlardan daha hafiftim. Tekrar trene binmeden önce öğle yemeği yemeye karar verdik. Geçtiğimiz 4 yıl boyunca adlarını dilimden düşünmediğim empanada ve alfajoru yerken şelalelerin en baş döndürücü noktasını geride bıraktığımızı, geriye heyecan verici pek bir şey kalmadığını düşünüyordum. Hatta o sırada Victoria’yla bir iki saate burdan çıkar, Brezilya tarafına geçeriz diye konuşuyorduk. Meğer biz konuşurken Yılan Tanrı M’Boi kulağımıza “siz daha durun” diye fısıldıyormuş da biz duymuyormuşuz.
Trene atlayıp bu sefer ara durakta indik. Buradan başlayan iki farklı yürüyüş rotası var: Superior Circuit ve Inferior Circuit. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi ilkinde şelalelere tepeden bakabiliyorsunuz. İkincisindeyse onlar size tepeden bakıyorlar.
Önce Superior Circuit’le başlayıp gökkuşakları eşliğinde bol manzaralı, bol fotoğraf molalı bir yürüyüşü tamamladık. Ardından sıra gelmişti günün en keyifli kısmına. Alttaki yürüyüş rotasını takip ederek şelalelerin altına kadar yürümeye ve sırılsıklam olmaya! Başta Superior Circuit beni daha çok heyecanlandırmıştı ne yalan söyleyeyim, tepeden panoramik manzaralar görme peşindeydim. Ama Inferior Circuit rotasını takip edip şelalenin altına kadar gelince anladım ki meğer yer bu kadar güzel yarılınca asıl yerin dibine geçememeye üzülüyormuş insan. Şelalenin altında öylece durup ıslanmak o kadar keyifliydi ki o an bir yanım “Evet Rio, Floripa falan harikaydı ama Brezilya’daki en mutlu anım kesinlikle bu an” diyordu. Diğer yanımsa “Şu an Arjantin’desin gerizekalı” diyordu. Bir şekilde ikisine de hak veriyordum.
Tabi ki biz iki adımda bir fotoğraf çekinirken, şelalenin altında çığlıklar eşliğinde ıslanırken parktan çıkmamız 17:30’u buldu. E bir de istasyonda beklememiz, geldiğimiz tüm yolu dönmemiz derken tekrar Brezilya’ya girdiğimizde 19:30 falandı. Ertesi sabah Brezilya tarafını görsek mi diye kararsızdık ama oturup kağıt kalemle toplam harcamamızı hesaplayınca çok da düşünmeden ufaktan Paraguay’a yollanalım, cüzdanları da iyisi mi bir süre nadasa bırakalım dedik.
Alternatif Iguazular
Geniş bütçelerin ya da geniş vakitlerin Iguazusu bizim Iguazumuzdan farklı olabilir elbette. Geniş bütçelerde olaya bir de Brezilya’nın tarafından bakıp daha objektif yargılara varılabilir, 12 dakikasına yaklaşık 30 dolar isteyen bot turlarıyla adına “dolaşma” denemese de bir indi-bindi yapılabilir, parkta satılan diğer bilet türlerinden biri alınabilir. Geniş vakitlerde Marco dos tres Fronteiras’a gidip Arjantin, Brezilya ve Paraguay’ın kesiştiği nehirde fotoğraf çekinilebilir, yakınlardaki Budist Tapınağı ve Mescit ziyaret edilebilir, gelmişken kıtanın ucuzluk cenneti Paraguay’a geçip alışveriş yapılabilir.
Herkesin Iguazu’su kendine diyerek kendi Iguazu’mu anlatmaya çalıştım ben. Seyahatimin şimdiye kadarki en güzel gününü anlattım aynı zamanda belki de. Önümde daha geçilecek çok sınır var ama daha iyisini geçene kadar en iyisi bu diyorum şu an. Ve Brezilya’yı Arjantin’den ayıran her neydiyse -ister tektonik hareketler olsun ister Yılan Tanrı M’Boi- (Tarupa ve Naipi’den özür dileyerek) ona teşekkür ediyorum. Herkese bu kadar keyifli bir Iguazu diliyorum.