Montevideo’da yaşayabilirim hayatımın kalanında, Uruguay’dan ötürü. Montevideo’da 2 diye planlayıp 4 gece kaldım, sırf Uruguaylılardan ötürü. Montevideo’yu sevmek için önce Uruguay’ı anlamak lazım biraz. Uruguay 3 milyon insanın yaşadığı doğusundan batısına 10 saatte gidebildiğiniz küçük, şirin, mutlu bir ülke. Sessiz, sakin ve huzurlu; doğusundan batısına emekliliğin tadını çıkarmalık bir yer. Uruguaylılarsa gerçekten şirinleri aratmayan, kafanızın karışık olduğuna dair en ufak bir mimiğinizde, kaşınızı kaldırdığınızda falan mesela, hemen yardıma ihtiyacınız olup olmadığını soran, hayal edemeyeceğiniz kadar cömert, güler yüzlü ve mütevazı bir halk.
Hal böyle olunca böyle bir ülkenin başkentinden çok büyük çılgınlıklar beklemek de absürt oluyor. Mütevazi insanların mütevazi başkenti burası. Ama bu demek değil ki Montevideo’da hiç hayat yok. Burası bir Rio de Janeiro değil tabi (gerçi zaten nere bir Rio de Janeiro olmuş ki burası olsun?) ama burası da herkes kadar, her yer kadar çılgın kendince. Kaşına gözüne bakıp da Montevideo’ya hayran olan çok yoktur. Ama bir kere Uruguay’ı ve Uruguaylıları anlayıp sevdikten sonra insan, ülkenin kalbinin attığı yere de kayıtsız kalamıyor. Ayrıca her şey bir yana, mimari anlamında da gayet sevimli binalara ev sahipliği yaptığını düşünüyorum. (Evet mimariden anladığım bu kadar arkadaşlar).
Montevideo’ya Gelmek için İdeal Zaman
Hatırlatmaya gerek yok muhtemelen ama Güney Amerika’da mevsimler kuzeydekinin tersi. Yani bizim yaz aylarımız Uruguay’ın kış ayları demek oluyor bu. Ben burda kışı yaşamadım ama insanlarından duyduğum kadarıyla sert rüzgarlar, yağmur çamur derken keyifler epey kaçabiliyormuş kışın. Benim geldiğim zaman yani ekim sonu Montevideo’nun baharına denk geliyordu. Bazı günlerim yağmurlu, bazıları güneşli geçti. Ama hava biraz İstanbul’un havasını hatırlattı -ki İstanbul’a dair en nefret ettiğim şeydir havası. Polenden bol bol burnumu çekip gözlerimi kaşımak istedim.
Ziyaretiniz Montevideo’yla sınırlı kalmayacaksa ve Uruguay’ın sahillerini de görmek niyetindeyseniz yazın, yani aralıktan itibaren, gelmek daha mantıklı olabilir. Ben de sahillerinden eksik kalmadım tabi ki Uruhuay’ın ama hava yüzmek için henüz yeterince ısınmamıştı. Yaz yaklaştıkça Montevideo’daki etkinliklerin, festivallerin sayısı da artıyor tabi. Bu etkinliklerden biri de karnaval. İnternette Montevideo’nun karnavalının Rio’dan sonra kıtanın en büyük karnavallarından biri olduğunu okuyabilirsiniz. Açıkçası şehri gördüğümde o kadar da inandırıcı gelmedi bana. Uruguay’ın eti ne, budu ne ki karnavalı, partisi nasıl olsun demiştim. Colonia’da tanıştığım Türkiyeli çift Barış ve Pınar’ın birkaç kere katıldıkları bu karnavala dair izlenimleri de bu fikrimi biraz daha onayladı.
Montevideo’da kaç gün kalmalı?
Söz konusu şehir, Güney Amerika’daki en küçük başkentlerden biri. Antik şehir kısmını yarım günde yürüyüp bitirmek mümkün. O yüzden 2 gün yeter de artar bile bu şehre. Benim de ülkeye girerken planım az çok bu yöndeydi. Ama tesadüfler eseri tanıştığım Frente Amplio milletvekili Stella beni pazartesi parlamentoyu gezmeye davet ettiğinde tabi ki hoplayarak kabul ettim ve hafta sonumu Maldonado’da geçirdikten sonra iki gece daha kalmak üzere Montevideo’ya döndüm.
Montevideo’da konaklama
Şehrin öyle uzak durun, dikkat edin diyeceğim tehlikeli bir bölgesi asla yok. (Her ne kadar Uruguaylıları bu konuda fazla kuruntulu bulsam da). Şehrin eski kısmında kalıp tarihi dokuya daha yakın olabilirsiniz, Rambla üzerinde bir yerlerde kalıp nehri izlemeyi seçebilirsiniz ya da şehrin ana caddesi Avenida 18 de Julio üzerinde kalıp her yere kolayca ulaşabilirsiniz.
Hangisini seçerseniz seçin, Montevideo’da konaklamak pahalı diyebilirim. Şehirde 10 dolardan ucuz hostel bulmak bahar sezonunda bile zor. Oteller daha da pahalı tabi. Ben couchsurfing’den Patricia’nın Av. 18 de Julio üzerindeki evinde konakladım 4 gece. Canım Patricia hafta sonu Maldonado’yu keşfe çıktığımda eşyalarımı evinde bırakmama da izin verdi.
Montevideo’da Gezilecek Yerler
Şehir küçük olunca gezilecek yerler de haliyle dip dibeydi. 10’a kadar uyuyup 11’e kadar kahvaltı yaptıktan sonra evden çıktığım halde 2 .günümde şehri avcumun içi gibi bilecek kadar gezmiş durumdaydım.
Şehirle ilk tanışmam otostopta geçen bir günün ardından gece Eduardo ve Patricia ile Rambla‘da tur atarak başladı. Rambla şehrin upuzun sahil şeridinin adı. Eduardo sağ olsun kişisel Uber’imiz gibi nereye istersek götürdü bizi kaldığım süre boyunca. Bu tur sırasında ilk fark ettiğim şey baharda gecelerin epey rüzgarlı ve serin olduğuydu. O yüzden dışarda çok duramadan titreyerek arabaya döndük Patricia’yla. Uruguay da akşam yemeğini gecenin köründe yiyen ülkelerden olduğundan 10 gibi chivitolarımızı ve biralarımızı alıp eve yemeğe geçtik.
Ertesi gün miskince kahvaltımı ettikten sonra şehir merkezini keşfetmek üzere evden çıktım. Montevideo’daki günlerime genel bir sakinlik, miskinlik hali hakimdi ama bu halim şehrin ve ülkenin ruhuna o kadar uyuyordu ki hiç de utanmıyorum efendim. Ahmet Haşim’in de dediği gibi ağır ağır çıkıyordum merdivenlerden. Galiba Uruguay gezimde zaten yaşlı olan ruhum iyice yaşlanıyordu be dostlar.
Şehrin ana caddesinin Avenida 18 de Julio olduğundan bahsetmiştim. Caddenin bir ucunda Montevideo’nun dikilitaşı yani Obelisco var. Terminal Tres Cruces de buraya epey yakın. Diğer ucunda şehrin en büyük meydanı ve antik kısmı var.
Cadde boyunca yürüyerek Plaza Independencia’ya vardım, varır varmaz da gidip çimlere uzandım. Çünkü Uruguay dinlenme, kendimi nadasa bırakma ülkemdi bir kere, hiiiç yorulamazdım. Plaza Independencia’da şöyle bir tam tur dönerseniz Montevideo’ya dair önemli mimarilerin çoğunu görebilirdiniz.
Palazio Salvo
Montevideo’nun amblemi haline gelmiş bir bina olan Palazio Salvo kısa bir dönem Güney Amerika’nın en yüksek binası unvanını da taşımış.
Teatro Solís
Puerta de la Ciudadela
Zamanında şehri çevreleyen surlardan günümüze kalan tek parça şehre giriş kapısı yani Puerta de la Ciudadela.
Yatıp yuvarlanmaya ve etrafı izlemeye doyduktan sonra Puerta de la Ciudadela‘dan geçip Peatonal Sarandí boyunca yürüyerek Ciudad Vieja’da devam ettim gezime. Bu cadde boyunca dümdüz yürüdüğünüzde de görmediğiniz ne kaldıysa onları görüyorsunuz diyebilirim.
Plaza Matriz
Plaza de la Constitucion olarak da bilinen bu meydan vaktiyle şehrin en önemli meydanıymış.
Catedral Metropolitana
Tabi ki daha bi renkli ve cıvıl cıvıl olduğundan şehrin en sevdiğim kısmı Ciudad Vieja oldu. Peatonal Sarandí’nin iki tarafı boyunca uzanan tezgahları tek tek incelemek, duvarlardaki grafitilere bakmak, sokakta çalan müzisyenleri dinlemek, Plaza Matriz’de oturup etrafı seyretmek muhtemelen Montevideo’nun en keyif aldığım kısımlarıydı. Caddenin sonuna kadar yürüdükten sonra sağa dönüp Mercado del Puerto‘ya yani pazar yerine devam ettim.
Pazar epey turistik bir yer olsa da fiyatlar şehrin diğer mekanlarındakine yakındı diyebilirim. Pazarın hemen karşısındaki Alfajor dükkanını da ziyaret etmek isteyebilirsiniz gelmişken.
Öte yandan ben Ciudad Vieja’daki gezimi Chajá yiyerek tamamladım.
Dediğim gibi Montevideo’da görülecek çoğu yer Ciudad Vieja tarafında fakat bunun dışında da ilginç bulabileceğiniz bir iki durak var. Kalan günlerimde de bu yerleri gezdim. Şehirdeki ikinci günümü ilkinden de daha miskince hareket ederek sadece Rambla’yı bir de gündüz vakti yürümeye ve Parque Rodo‘ya ayırdım.
Rambla üzerinde yazın epey kalabalıklaşan birkaç da plaj var. Montevideo’nun kıyılarına vuran deniz değil nehir suları olduğundan hep kahverengi çamur rengindeler, bu da bana sorarsanız plajlarını yüzmek için pek de cazip kılmıyor.
Çünkü zaten iki saatte Maldonado Departmanı’nın güzel mavi plajlarına varmak çok kolay. Fakat şehirliler yazın hafta sonuyüzmek için Montevideo plajlarını da tercih ediyormuş zaman zaman. Bana çok mantıklı geldi diyemem.
Hava yüzmek için epey soğuk olsa da hafta sonu Montevideo gezime ara verip önce Atlantida‘ya, sonra Punta del Este ve Maldonado şehirlerine gittim. Esas olayları sahil olduğundan bu yerlere dahil çok da bir şey anlatabileceğimi düşünmüyorum şu an için.
Pazar akşamı Montevideo’ya döndüğümdeyse Patricia ve Eduardo ile Cerro’ya gittik. Cerro de Montevideo tüm şehri karşıdan görebileceğiniz bir tepe.
Ayrıca canım başkanım Pepe Mujica da burada ikamet ediyormuş. Kapısını çalamadıysak da bu durum Cerro’yu daha da güzel kılıyor tabi. Tepeye çıkmışken Fortaleza del Cerro‘yu da ziyaret edebilirsiniz. Biz akşam vakti gittiğimizden içine girmedik haliyle. Onun yerine şehir manzarasıyla yetindik.
Şehirdeki son günümü ise Palacio Legislativo yani parlamentoya ayırdım. Parlamentoyu gezmek bir gün aldığından değil tabi, ama Beatriz, Stella ve Gustavo’yla birlikte hem gezip hem Uruguay siyaseti üzerine sohbet ettiğimizden uzunca bir vakit aldı burası.
Parlamento gezimi daha sonra detaylı anlatmayı planlıyorum. Montevideo’daki son durağımsa meclisten ayrıldıktan sonra Beatriz ile birlikte ziyaret ettiğimiz Telekomünikasyon Kulesi oldu. Torre de las Telecomunicaciones‘in üst katına ücretsiz çıkarak şehre tepeden bakmak mümkün.
Montevideo’dan azca güzel fotoğraf ve çokça güzel hatırayla ayrıldım. Bir de bugün hala gittiğin ülkelerden haberlerini, fotoğraflarını bekliyoruz, neye ihtiyacın olursa bize yaz diye mesaj atıp duran insanlar tanıyarak…